Reform peşinde koşan her cumhurbaşkanı geçmişte başkanlık sistemini istedi. Özal bu hayali en çok seslendiren kişi oldu. İş yapmak, düzeltmek, değiştirmek, yeniden inşa etmek isteyen siyasetçiler karşılarında direnen, engelleyen, kandıran ve fırsat bulduğunda üzerine çullanan bir bürokrasi buldular. İstediği atamaları yapamayan, kadrosunu devlete taşıyamayan, aksine devletin statükocu geleneğini yansıtan köhne bir personelle çalışmak durumunda olan liderlerin reformcu soluğu da ancak bir yere kadar sürdü.
Şimdi Türkiye’nin önünde tam da o statükocu zihniyetin öngörüsüz ve gayrı ahlaki tutumu nedeniyle açılan bir imkân var. AKP bu imkâna tutunarak reform yoluna doğru kalıcı bir geçiş yapmak istiyor. Üstelik bunun iktidarı sürdürmeyi riskli hale getirdiğini bilerek. Çünkü parlamenter sistem devam ettiği takdirde önümüzdeki on, belki yirmi yıl daha AKP’yi sandıkta yenmek hemen hemen imkânsız. Bu parti vahim hatalar yapmadıkça, kendi içinde parçalanmadıkça böyle bir ihtimal gözükmüyor. Türkiye’nin ideolojik, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda tam anlamıyla özgürleşmesi için gereken reformların yerleşmesi muhtemelen bir yirmi yıla muhtaç. Bu gereklilik AKP hükümetlerinin desteklenmesinin ana nedeni olmayı sürdürecek. Oysa başkanlık sistemi sonuçta iki kişi arasında bir seçime indirgendiği ölçüde, AKP karşıtlarının her zaman AKP adayına karşı ortak ve etkili bir aday çıkarması mümkün… Bu da yüzde elli civarında salınan oylar ve hemen her seçimde muhalefet adayının seçilebilme ihtimali demek.
AKP bu riske rağmen başkanlık sistemine yaklaşmayı istiyor. Uzun vadede atılacak adımın büyüklüğü, kısa vadeli siyasi riski taşınabilir kılıyor. Birçok kişi iktidarın bu istekliliğini anlamıyor ve anlamadığı için de olayı Erdoğan’ın kişiliği ile açıklamaktan başka bir yol bulamıyor. Halbuki ortada epeyce açık bir durum var: AKP’nin ilk on iki yılı eski sistemin yıkılışını ve sivil siyaset karşısında yenilgisini ifade etti. Bugün bir yeniden inşa misyonu ile karşı karşıyayız ama bunu dayandıracağımız, güvenilir bir kurumsal yapıya sahip değiliz. Önümüzdeki süreçte devlet bütün kurumlarıyla yeniden tanımlanmak ve oluşturulmak zorunda… Bu ise halen var olan bürokratik mekanizma üzerinden gerçekleştirilemez. İktidarın devleti dönüştürecek kadroları devletin içine taşıyabilmesi, devleti yıkmadan, onu ayakta tutarak yumuşak bir geçiş mekanizması içinde ‘yeniyi’ oluşturması lazım. Diğer taraftan eğer AKP bunu yapamaz ise, bir süre sonra statükonun yeniden başını kaldırmayacağının bir garantisi bulunmuyor. Bu olmasa bile, eski ile iç içe geçen ve eskinin bütün kötü ‘adetlerini’ paylaşmak zorunda kalan bir sistemin yeni olma şansı yok…
Dolayısıyla Türkiye’nin gerçek anlamda reforme edilmesi, sadece yeni bir zihniyet etrafında kurumsallaşmayı değil, aynı zamanda devletle toplum arasında ve devletin çalışma mekanizmasında da yeni bir zihniyeti davet ediyor. Bu yeni zihniyetin demokratlık yönünde olacağı kesin ama ne kadar yol alınacağı belirsiz. Değişimin ivmesi eskiden kurtulma potansiyelimize ve bunu hayata geçirme gücümüze bağlı. Bu bağlamda kritik adım yeni siyasi sistemin tümüyle ‘bağımsız’, yani eskinin ideolojik çerçevesinden kurtulmuş bir anayasaya dayandırılması olacak. Eğer ‘yeni’ olacaksa, geleceğin Türkiye’sinin 82 Anayasa’sı ile bağ kurularak inşa edilmesi mümkün değil. Şu anki anayasaya her türlü gönderme yeniyi arkaik bir geçmişin içine hapsetmekle sonuçlanır. 82 Anayasası’nın maddelerinin veri alınarak yeni ve demokratik bir ülke yaratılabileceğini sanmak epeyce aymaz bir bakış olur. Çünkü bu tutum size ancak ‘anayasa değişikliği’ fırsatı tanır. Vesayetçi sistemin ne ruhundan, ne lafzından ne de zımni değer hegemonyasından kendinizi kurtaramazsınız.
Yeni Türkiye bugünün insanlarının yarına ilişkin tasavvurları üzerinde yükselebilir ancak. Bu ise geçmişin üzerimize yığdığı ideolojik kıskaçlardan kurtularak, özgürce kendi kaderimize sahip çıkmayı ima ediyor. Vesayetçi sistemin hukuku bu süreçte kurtulunması gereken bir ayak bağıdır… Toplumsal meşruiyeti kalmamış, bugünü bile taşıyamayan, geleceği karartan bir hukuk zemininin referans alınması vatandaşlığa ve vatandaşlara hakarettir. Yeni anayasanın bugünün özgür iradesine dayanan bir toplumsal meşruiyet üzerinde yükselmesi işin esası... Farklılıkların özgürlüğünü ve toplumsal iradeye katılımını azami düzeye çekebilecek hukuki meşruiyetin üretilmesi, ancak söz konusu toplumsal meşruiyete dayanıldığı takdirde geçerli olabilir. AKP buna talip… Yeni siyasi sistemi de bu nedenle istiyor.