Türkiye 16 Nisan’da çok önemli bir anayasa değişikliği yaptı. Sanki yasalaşmış ve unutulmuş gibi görünüyor. Oysa, 15 Temmuz’da Türkiye nasıl değiştiyse, hükümet sistemimiz de köklü bir değişime uğradı. Bu değişimden sadece evet oyu verenler değil, tüm Türkiye ve bölge etkilenecek.
Aslında cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin etkileri siyaset üzerinde görülmeye başladı bile. CHP bu değişiklik olmamış gibi davransa da, durum bunun aksini teyit ediyor. Nitekim, “adalet” yürüyüşünün bir nedeni de, 2019’daki seçimlerde yüzde 48.6’lık “hayır” oylarını CHP’nin veya ortak bir adayın hanesine yazmak içindi. CHP, ilk andan itibaren referandumun hem altını oymaya ama diğer kanalda “hayır” oylarının tamamını sahiplenmeye çalıştı ve çalışıyor.
Yeni sistemde artık yüzde 50+1’i ikna edecek olmanın ağırlığının test edilmeye çalışıldığı görülüyor. Bunu çok dillendirmiyor, çünkü öteki kanalda sokaktan veya olabilecek siyaset dışı bir müdahaleden de ümidi var. Dolayısıyla, referandum sonuçlarını bir kriz üretme aracı olarak reddetme eğilimiyle seçimlere mahcupça hazırlanma zorunluluğu arasında bir sarkaç gibi gidip geliyor.
Oysa doğru tavır, milli iradenin kabul ettiği bir karara saygı göstermek ve yeni durumun dayattığı çoğunlukçu siyasete uygun davranması olurdu. Çünkü referandumda “hayır” veren oyların tamamı CHP’ye ait değil. 2019’da CHP’nin cumhurbaşkanı adayının yüzde 50+1’e doğru esnemesi gerekiyor. CHP’nin oyu yüzde 25 bandında olduğuna göre, seçilen irkitici yöntemler buna uygun değil.
Önümüzdeki günlerde bu çelişkinin CHP’yi daha da sıkıştıracağı ortada. Milletin değerlerine, duygularına, beklentilerine karşı bir tutumda devam eden CHP’nin yüzde 50+1 oy alması mümkün değil. Ancak Kılıçdaroğlu’nun 2019’daki hedeften önce, kendi genel başkanlığı ile daha ilgili olduğu, gerisini pek düşünmediği görülüyor.
Ancak, o ne kadar öyle düşünmese de, 16 Nisan değişikliği siyasette milli iradenin gücünü o kadar artırdı ki, CHP’nin o bildik dünyaya ilgisiz tavrını sürdürmesi mümkün olmayacak. CHP’nin, Türkiye bu kadar zor bir durumdayken FETÖ, HDP ve dış güçlere yakın tavrının kendi seçmenlerini bile irkilttiği ortada. Kılıçdaroğlu, FETÖ’nün “kontrollü darbe” söylemini sahiplenmekle, MİT gibi milli kurumları hedef seçmekle, HDP ile özdeş hale gelmekle, mezhepçi bir radikalizmi üretme çabasıyla, aslında tahmin edemeyeceği kadar ciddi bir siyasi bedel ödemek zorunda kalacak.
Ne yazık ki, CHP’nin şu anda aldığı tutum, Türkiye’nin başarısız olması durumunda başarılı olmasına endeksli. CHP öyle bir denkleme yerleşti ki, Türkiye’de ancak işlerin kötü gitmesi durumunda yükselecek, Türkiye güçlendikçe, normalleştikçe küçülecek. 15 Temmuz akşamı Kılıçdaoğlu’nun tavrı ve fotoğraflara yansıyan hali de bunu teyit eder nitelikteydi.
CHP’nin bu denklemden kendi isteğiyle çıkacağı düşünülmemeli. CHP 2019’da ortak bir aday çıkarsa da, Kılıçdaroğlu aday olup seçilemese de, asıl kırılma bu noktada yaşanacak. Bu manada, Kılıçdaroğlu’nun eski CHP’nin son genel başkanı olacağını söylemek yanlış olmaz.