Karar verilmiş, darbe için adım atılmıştı. Ancak, bunun için “postallı sivillere” de ihtiyaç vardı. Genelkurmay Karargâhı’nda hummalı bir faaliyete girişildi…
İlk olarak bizden başladılar ikna turlarına. O dönemde de Akşam Gazetesi’nin Ankara Temsilcisiydim. Genel Yayın Müdürümüz Bülent Aydın ve Savunma Muhabirimiz Banu Soysal’la birlikte Genelkurmay Karargahı’nda akşam yemeğine davet edildik. Davet sahibi, Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak’tı. Basının ve sivil toplum örgütlerinin yönlendirilmesinde çok önemli bir isimdi Özkasnak.
Genelkurmay’da güzel karşılandık, fakat oldukça kötü gönderildik.
Önce bir monolog yaşandı. Özkasnak Paşa uzun uzun konuştu. Seçilmiş siyasi iktidarı yerden yere vurdu. Tarikat ve cemaatleri “düşman” ilan etti. Çok iyi hatırlıyorum, birkaç defa da “kafaları kırmaktan” bahsetti…
Sonra Bülent Aydın’a döndü:
-Siz ne diyorsunuz?
“Emin sen ne diyorsun?” sözleriyle O da topu bana attı.
Zor ve sıkıntılı günler içindeydik. Bugün mangalda kül bırakmayan pek çok gazetecinin askerin ayaklarının altında dolaştığı, yaranmak için bin takla attığı bir dönemi yaşıyorduk. Bense bu yanlış gidişe karşı bir şeyler söylenmesi gerektiğini düşünüyordum! Önce, genel bir değerlendirme yaptım. Sonra sözü Özkasnak’ın söylediklerine getirip, “Kafaları kırmakla olmaz Paşam” deyiverdim. Daha fazla da konuşamadım zaten. Paşa’nın yüzü değişti. Kaba bir tavırla yemeği noktaladı. Bizi kovarcasına Genelkurmay Karargahı’ndan gönderdi.
Banu şaşkındı! Dışarı çıktığımızda ilk sözü “Sen ne yaptın abi?” oldu. Öylesine şaşkındı ki,
adeta “Bittik biz” der gibiydi!
O dönemin şartlarında haksız da değildi. Oldukça sıkıntılı günler yaşadım. Telefonlarım dinlendi, örtülü ve çirkin tehditler aldım. Ama bitmedik biz. O gün bize bu muameleyi yapan Erol Özkasnak ise, müebbet hapis cezası aldı.
Geç de olsa adalet tecelli etti.
***
Neler yapmadılar ki…
Sırpların “milli düşman” ilan ettiği, Bosna kahramanlarından biri olan, örnek asker Tabip Albay Mustafa Kahramanyol’u bile ordudan ihraç etti bunlar. Hem de düzmece raporlarla “disiplinsiz” damgasını vurarak. Üstüne bir de çirkin iftiralarla yargıladılar.
Oysa, geçici görevle gittiği Bosna’da Aliya İzzetbegoviç’in sırdaşlığını yaptı Mustafa Albay. Türkiye’nin dolaylı yollardan Boşnaklara uzanan yardım eli oldu. Bugün burada yazılmayacak nice kahramanlıklar gösterdi. Oturup yazsak roman olur. Soyadının hakkını misliyle verdi.
Ne yazık ki, tırnağı bile olamayacak 28 Şubat’çılar tarafından çok sevdiği Silahlı Kuvvetler’den atıldı. Gerekçelerden biri de neydi biliyor musunuz? Evinin doğalgaz dönüşümü sırasında boşa çıkan kalorifer kazanını camiye bağışlamak!
Abarttığımı sanmayın sakın…
“Gizli” damgalı istihbarat raporunu gözlerimle gördüm. O raporda ihraca gerekçe yapılan bir başka bilgi de “eşinin başörtüsü” idi. Ancak, Kahramanyol’un eşi kapalı değildi. Zaten “istihbarat raporlarının” gerçeği yansıtması gerekmiyordu. Hep belli bir amaca yönelik olarak hazırlanıyordu.
İşte öyle bir dönemdi 28 Şubat!
***
O ihraç kararında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de imzası vardı. Oysa, Demirel, Başbakanlığı döneminde Kahramanyol’u “Balkan Danışmanı” olarak görevlendiren ve çok yakından tanıyan bir isimdi.
Kahramanyol, yıllar sonra Demirel’e “neden” diye sordu:
-Benim ihraç kararnamemi siz neden imzaladınız?
Demirel’in verdiği cevap son derece çarpıcıydı:
-Doktor, bunlar beni de yıllarca dört duvar arasına hapsettiler. Bana yaptıklarına bakılırsa, sana az bile yapmışlar!
Sanırım o dönemdeki baskıları ve Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu ortaya koymak için bundan daha güzel bir itiraf olamaz!
***
Tabii Türkiye zaman içinde çok değişti…
Geçmişte bu ülkeyle diledikleri gibi oynayanların, seçilmiş insanları silah zoruyla sindirenlerin akıbetleri ortada! 28 Şubat Davası’nda ceza üstüne ceza yağdı.
Bugün dışarıda olabilirler belki. Ancak, karar Yargıtay tarafından onandığında hepsi cezaevlerinin yolunu tutacak. Ayrıca o güne kadar da bunun korkusu enselerinde olacak.
15-20 yıl önce hayali bile mümkün değildi bunun!
28 Şubat mağdurları başları dik gezerken, failler acz ve zillet içinde bugün. Taşlar yerine oturuyor, eden buluyor işte!