Türkiye ekonomisinin geride bıraktığımız yıl %7’nin üzerinde büyümesiyle Hindistan’dan sonra Çin’i de geride bırakarak, dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ekonomisi olması tesadüf olabilir mi? AB % 2.4 büyürken, dünya ekonomisinde büyüme ortalaması %2.7 iken %7 oranındaki bir büyüme küçümsenebilir mi? “Tabiat kanunlarında olduğu gibi toplumda da hiçbir şey tesadüfen olamaz. Ekonomi, bütün bölgenin yaşadığı krizlere rağmen, ülkenin başta terör olmak üzere yaşadığı zorluklara inat, üstelik 15 Temmuz gibi bir ihaneti, darbe girişimini geride bırakarak bu büyüme oranına ulaşıyorsa burada işin tabiatını araştırmak gerekmez mi?”
İşin doğrusu dünya konjonktüründeki belirsizliklere rağmen henüz Avrupa 2008 krizinin yıkıcı etkilerinden kurtulup sürekliliği olan bir büyüme trendine girmemişken, ABD yeterli düzeyde büyümede sorun yaşarken, Türkiye’nin üstelik de enerji kaynakları bakımından dışa bağımlılığına rağmen büyümede ortaya koyduğu performansın küçümsenecek bir tarafı bulunmamaktadır.
Malthus kapanı
“Türkiye ekonomisindeki büyümeyi harekete geçiren üç ana kaynaktan bahsetmek mümkündür. Bunlardan biri yapısal kaynaklardır; ikincisi, ekonominin harekete geçmesini sağlayan toplumsal gelişmeler, üçüncüsü ise takip edilen iktisat politikalarıdır.” Yapısal kaynaklar olarak kurumsal yapıların gücünden bahsetmek gerekir ki ilk sırada 2000’lerin başında yaşanan krizden sonra yapılan reformlar ve bunlar içerisinde bankaların yapılan düzenlemelerle sağlıklı bir işleyiş mekanizmasına sahip olmaları gelmektedir. Nitekim 2008 Küresel Finans krizinin en az zarar sayılabilecek bir düzeyde atlatılabilmesinde bankacılık kurumsal olarak önemli bir işlevi yerine getirmiştir. Yapısal kaynaklardan biri de şüphesiz reel üretim yapısının dinamizmidir. Türkiye’de küçük ve orta ölçekli ekonomilerde yaşanan gelişme potansiyelinin her geçen yıl daha da hızlanarak açığa çıkmasının arkasında girişimci ruhun motivasyonu ve rekabet etkisi olduğunu tespit etmek lazımdır.
İkinci kaynak ise toplumsal yapının değişimidir ki bunda kentsel rantların çoğu kere mahalli şartlardan dolayı verimli yönetilmemiş olsa da ekonomik büyümeye yaptığı katkıyı inşaat sektörünün büyümedeki payına bakarak görmek de mümkündür. “Üzerinde ayrıca durulması gereken başlı başına önemli bir diğer büyüme faktörü iktisatta bilinen adıyla Malthus Kapanı’nın kırılmasını sağlayan demografi-teknoloji diyalektiğinin yarattığı dönüşümdür. Türkiye’nin bu sürece girmesini 1980’lerde Özal’lı yıllarla başladığını söylemek doğru olsa da, bunun açığa çıkması için 2000’li yılların beklenmesi gerekmiştir.”
Üçüncü kaynak ise takip edilen iktisat politikalarıdır ki bunlar arasında doğrudan doğruya temel alt yapı yatırımlarından başlayarak, reel sektörün dışa açılmasını rekabet içinde büyümeyi sağlayacak dinamizm kazanmasını hazırlayan uygulamalar vardır.
Yönetimin işlevi
Ekonomide sorun yok mudur? Her ekonomide olduğu gibi Türkiye ekonomisinde de elbette sorunlar vardır. Bu sorunlardan biri ‘yapısal dönüşümü’ gerçekleştirmek yani üretim yapısında endüstriyel sürecin ilkelerini bütün sektörlere yaymak, başta tarım olmak üzere ekonomik örgütlenmeyi modern düzeyde entegre etmektir. İkinci ve esas görünür problem ise şüphesiz enerji kaynakları bakımından dışa bağımlı olan ekonomide dış ticaret hadlerindeki sorunu çözmekten geçmektedir.
“2016 yılında 33 milyar dolar olan cari açığın 2017’de 47 milyar dolara yükselmesi, 2016 yılında 56 milyar dolar olan dış ticaret açığının 2017 yılında 76.7 milyar dolara çıkması meseleyi açıkça ortaya koymaktadır. Şimdi, ithalatı artırmadan, ihracatı artıracak bir büyüme politikasına geçmenin zamanıdır ve üretim yapısında bunu gerçekleştirecek reformlara ihtiyaç vardır.” Büyümede süreklilik için bunu yapmak mecburiyeti vardır ki bu iktisat politikasında yönetimin işlevidir.