Daha geçtiğimiz sene David Ayer’in yönettiği ‘Suicide Squad’ filminde baş döndürücü çılgınlıkta Harley Quinn olarak karşımıza çıkmıştı. Bu sene yine bizi şaşırtmaya devam ediyor ve spor dünyasının en çok konuşulan, en şaibeli meselesinin başaktörü, döneminin ünlü buz patencisi Tonya Harding rolünde Margot Robbie adeta harikalar yaratıyor.
‘Ben, Tonya’, Amerika’nın alt sınıflarından gelen ve tüm yeteneğine rağmen hoyratlığı, aykırı tavırları ve skandal davranışları nedeniyle Amerika’nın kabullenemediği bir üvey evlat gibi kaos içinde varoluş savaşını sürdüren Tonya Harding’in gerçek yaşam öyküsünden uyarlanan bir spor biyografisi. Filmin en can alıcı noktası ise zaten Harding’in başlı başına ‘film gibi’ diyebileceğimiz tuhaf ve hatta talihsiz hikâyesi. Salt başarı için büyütülen bir kız çocuğunun gerçek dünyayla her temas ettiği anda etrafını yıkıp dökmesinden başlayarak sorunlu gençlik dönemini ve gelecek vaat eden kariyerinin birden bire yerle bir oluşunu izlediğimiz film, aslında orta sınıf Amerikan rüyasının gerçekleşmesi uğruna göze alınan riskleri, trajedi ile komedi arasında bir çizgide, işin içine biraz da kara mizah ekleyerek seyirciye sunuyor.
GÜÇLÜ HİKÂYE ANLATIMI
‘Ben, Tonya’nın beni en çok etkileyen yanı, senaryoda dikkatle oluşturulmuş duygusal altyapı ile empati yapması güç bir hikâye ve karakter karşısında filmin seyircinin gardını düşürerek empatiyi sempatiye çevirebilmesi. Hatta Harding, rakibi Nancy Kerragan’a yapılan saldırıya adı karıştığında bile ‘Ne tür bir insan arkadaşının diz kapağını parçalar’ dediğinde ironi mi yaptığını yoksa gerçekten kabahatsiz olduğunu mu söylemek istediğini anlayamıyoruz. Çoğu zaman en başarılı hikâyelerin içinde karakter dönüşümlerinin olduğu söylenir. Çünkü bir şeyler yaşarız, tecrübe ederiz ve bu tecrübeler bizi değiştirir ve istesek de istemesek de hikâyenin en başındaki kişi değilizdir artık. Bir filmi veya hikâyeyi zenginleştiren de budur aslında… Ne var ki ‘Ben, Tonya’, başkarakterin duygu dünyasının yıllar sonrasında bile değişmezken seyircinin hislerini ve algısını değiştirebilen bir film ve bu anlamda güçlü bir hikâye anlatımına ve senaryoya sahip.
MARGOT ROBBIE'NİN ÖNLENEMEZ YÜKSELİŞİ
Filmin hem yapımcılığını hem de başrolünü üstlenen ve Martin Scorsese’nin ‘Para Avcısı’ (The Wolf of Wall Street) filmiyle dikkatimizi çektiği günden beri en etkileyici performansını veren Margot Robbie’nin önlenemez yükselişi ise bu filmde daha da ortaya çıkıyor. Hırçın, öfkesi dinmeyen, tepkisel Tonya Harding rolünde muhteşem bir iş çıkaran Robbie’nin karşısında Allison Janney, kızını kayıtsız şartsız sadece başarıya zorlayan sert, duygusuz anne portresini kusursuzca çiziyor. Craig Gillespie’nin yönetmen koltuğunda yer aldığı ve ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ile ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ olmak üzere bu sene toplam 3 dalda Oscar’a aday olan yapım bu haftanın kesinlikle en favori filmi.