İçinde anlam barındıran ne varsa uzaklaşıyoruz; filmler, kitaplar, şarkılar ve hatta yeni dijital mecralarda takip ettiğimiz hesaplar, kişiler… Anlamsız, içi boş, hissiyattan uzak, sadece vakit geçirmeye yönelik bir sosyal hayata doğru evriliyor her şey. Geyik olsun diye kaleme alınmış kitaplardan, ne dediği anlaşılmayan, içi boş şarkılara kadar elimizdekini büyük bir hızla tükettiğimiz bir çağdayız. Ne yazık ki sinema da bu ‘kayıp’ tüketimden nasibini alıyor pek fazlasıyla… Hadi yeni yapımların aceleye getirilmiş hikâyelerini, gişeyi hedefleyen senaryo taktiklerini bir nebze anlamaya çalışıyoruz da Türk edebiyatının en önemli yazarlarından Peyami Safa’nın ‘Server Bedi’ mahlasıyla yazdığı ve en bilinen eserlerinden biri olan ‘Cingöz Recai’nin yeniden sinemaya uyarlanırken bu kadar vasat bir işin ortaya çıkmasını kabul etmek mümkün değil.
Duygu yoksunu ‘Cingöz’
Bir film düşünün ki izlerken size geçirdiği hiçbir duygu yok; ne korkuyorsunuz, ne yerinizde duramayıp heyecanlanıyorsunuz, ne içinizde bir yerleri sızlatıyor ne de ters köşe yapıp şaşırtıyor. Sadece farklı işlerden sevdiğiniz, oyunculuklarını beğendiğiniz aktörleri göze hoş gelen kadrajlarla izlemektesiniz. İşte Onur Ünlü’nün yönetmenliğini yaptığı; başrollerinde Kenan İmirzalıoğlu, Haluk Bilginer, Meryem Uzerli ve Serkan Keskin’in yanı sıra televizyondan da tanıdığımız birçok iyi oyuncunun yer aldığı yapım kolay tahmin edilir senaryosu ve derinleştiremediği karakterleriyle bir edebiyat eserinden uyarlanırken elde edebileceği fırsatları oldukça sağlam ıskalıyor. Mantıklı bir zemine oturtulmamış, sadece Cingöz Recai karakterinin çok zeki olduğunu anlayalım diye eklenmiş sakil esprilerle, merak uyandırmaya çalışıldıkça daha da açık edilen Göze ve Hayalet karakterlerinin filme bir aksiyon katamaması ve nihayetinde filmin tümünden kopuk kapanış sahnesiyle ‘Cingöz Recai: Bir Efsanenin Dönüşü’ beklentileri karşılamada güçlük çekiyor. Filmde ne izledik, hikâye bize neyi anlatmaya çalıştı, nasıl bir hissiyatla salondan ayrıldığımızın cevabı yok! Filmden aklımızda sadece Haluk Bilginer’in elinden geldiği kadar iyi kotarmaya çalıştığı Mehmet Rıza karakteri ile Kenan İmirzalıoğlu’nun jilet gibi giyinip poz kestiği sahneler ve kendine has tarzını hep sevdiğimiz Onur Ünlü’nün ise adeta kefaret niteliğinde filme dâhil ettiği siyah-beyaz gölge oyunu sahnelerinin kalması büyük kayıp. Hâlbuki gerek yönetmen gerekse de oyuncu kadrosu olarak bu kadar kalburüstü bir ekip tarafından çekilen yüksek kalite bir prodüksiyon Türk sineması için de anlam taşıyacak bir iş olabilirdi.