Daha çok aksiyon filmleriyle tanıdığımız, Büyük Britanya adasının sevdiğimiz yönetmenlerinden Guy Ritchie en son filmi ‘Kral Arthur: Kılıç Efsanesi’ ile yine hız dolu ancak bu kez daha fantastik bir hikâye ile sinemaseverlerin karşısına çıkıyor.
Özellikle kariyerinin başlarındaki ‘Kapışma’ ve ‘Ateşten Kalbe Akıldan Dumana’ filmlerinden aşina olduğumuz o hızlı diyaloglar, birkaç sahne ileri-geri sararak izleyiciye gösterdiği arka plandaki hikâye parçacıkları ve pek tabii ki keskin İngiliz aksanlı oyuncu kadrosu bu filmde de Guy Ritchie imzasını anlamamıza yetecek miktarda var. Bununla beraber, Ritchie herkesin az veya çok bildiği Camelot ve Kral Arthur hikâyesinin biraz daha derinine inerek bir adamın kendi gerçek kimliğinin farkına varışı ve kaderini gerçekleştirmesi üzerine başkahraman ile birlikte biz izleyicileri bir içsel yolculuğa dâhil ediyor. Tabii bu yolculuk o kadar da naif olmuyor. Amcası Vortigern tarafından annesinin ve babası kral Uther’in öldürülüşe şahit olan Arthur, Camelot’tan kaçıp bir sandalın içinde gizlenerek gittiği Londinyum’un sokaklarında büyüyor. Küçük yaşta yaşadığı bu travmayı geçmişini unutarak ve zorlu sokak kanunlarına uyarak atlatmaya çalışıyor. Ne var ki amcası Vortigern iktidar hırsı ile tahtın tek vârisi ve aynı zamanda efsanevi kılıç Excalibur’un da gerçek sahibi olan Arthur’un peşine düşerek onu hem ortaya çıkarıyor hem de bir nevi kimliğini hatırlatıyor.
‘Kral Arthur: Kılıç Efsanesi’, daha önce televizyonda izlediğiniz ‘Merlin’ dizisinden veya Clive Owen’lı 2004 yapımı ‘Kral Arthur’ filminden daha farklı bir versiyonla dönemin gizli güçlerinin etkisini, Arthur’un kral olmaya giden yolda kendi sınırlarını aşmaya zorlandığı kadersel döngüyü ve tahta yükselişini zengin bir hikâye anlatımı ve nefessiz bırakacak bir olay örgüsüyle anlatıyor.
Ejderha yok, Beckham var
Guy Ritchie etkisi dışında Jude Law, Eric Bana, Charlie Hunnam, Djimon Hounsou, Astrid Bergès-Frisbey ve ‘Game of Thrones’ dizisinin Petyr Baelish’i Aidan Gillen’dan oluşan sıkı oyuncu kadrosunun birbiriyle yakaladığı organik uyum ise her anı daha bir etkileyici hale getiriyor. Tabii bir de bu filmde fantastik film türünde görmeye alıştığımız ejderhalar ya da CGI efektleriyle yaratılan o garip yaratıklar yerine ortaçağda uygun korku unsurları, gizemli güçlerin etkisiyle harekete geçen varlıklar ve bir de David Beckham var. David Beckham ile yakın dostlukları bilinen yönetmen Guy Ritchie, filmin en önemli anında kısacık bir rolde karşımıza çıkardığı Beckham ile bizleri birkaç dakikalığına şaşkınlığa uğratıp gülümsetmeyi de ihmal etmiyor. Sanat yönetmenliği ve yapım tasarım anlamında kayalara oyulmuş Camelot ile birlikte günümüz Londra’sının antik hali olan Londinyum’u da resmederek etkileyici olduğu kadar gerçekçi bir sinemasal dünya yaratan ‘Kılıç Efsanesi’ sürükleyici konusundan oyunculuklarına, kurgusundan boşa sıkmayan efektlerine kadar bu haftanın izlenilmeye değer filmleri arasında ilk sırada yer almayı hak ediyor.