Fıkrayı Bakü'de dinlemiştim.
Küçük bir grup Ermeni komitacı, esir aldıkları Azerbaycanlıları upuzun bir sıraya dizerler.
Sıranın sonundaki iki cellat, sırası gelenin başını vurmaktadır.
Genç bir Azerbaycanlı sırayı bozmayı göze alarak şöyle bir bakar ki, aralarında kendisinin de bulunduğu esir düşüp ölüme gidenler esir edenlerden çok daha kalabalıklar.
Hayatlarını kurtaracak mücadele için coşkulu bir sesle yanı başındaki sıradakilere seslenir:
"Ortada bir gariplik var. Biz onlardan çok kalabalığız. Gelin hayatımızı kurtaralım!"
Sıradaki çok tecrübeli, yaşını başını almış ak sakallı ihtiyar delikanlıyı uyarır:
"Sırayı bozma! Başımızı belaya sokacaksın!"
Sıra, sıradan, ortalama ya da vasat olan, kitle ya da kalabalıklar için "başını belaya sokmadan" idare etmek için tutulmuş bir yoldur.
Oysa kitleleri, kalabalıkları; iyiye, güzele, doğruya yöneltme mücadelesi verenler çoğu zaman yalnızdırlar.
O kalabalıklara, kalabalıklar ise ona acıyarak bakar...
Günü, zamanı geldiğinde tarih o sıradakileri, sıradanları değil, sıra dışı olanları yazarak haklarını teslim eder.
Türkiye'nin son 12 yıldaki sıra dışı yürüyüşü Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kararlılığıyla hayata taşındı.
Halkın önüne "değiştirici" bir irade konuldu.
Halk da buna sonuna kadar sahip çıktı.
AK Parti'yi başarılı kılan "düzen değiştirici" kimliği oldu.
Fakat birbiri ardına alınan siyasi başarılar beraberinde bir de risk getirdi.
"Düzen koruyucu" bir kimlik ya da çizgiye doğru bir yöneliş öne çıkmaya başladı.
Bana göre, bundan sonrasında başarılı çizgisini sürdürüp, sürdüremeyeceği "düzen değiştirici" kimliğine sahip çıkıp, çıkamamasıyla doğru orantılı olacak.
***
Raymond Rubicam reklam sektörü için dünya çapında ve elbette son derece önemli bir isim.
Rubicam, başarılı meslek çizgisi ve kariyeriyle reklam sektörünün tarihinde iz bırakan bir isim olarak tarihe geçti.
Benim için onu unutulmaz kılan ise, kendime de ilke edindiğim o büyük sözü olmuştur:
"Sıradana karşı direnin!"
Sıradana razı olmak bir hayat tercihidir.
Söz konusu olan gelişmiş bir ülke ise, belki 'bu da bir tercih' diyebilirsiniz ama bizim için asla değil.
Yeni Şafak'ta pazar günü Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Haluk Dursun ile yapılan söyleşiyi okuyunca, ülke olarak sıra dışı adamlara ve adımlara ne kadar hasret kaldığımızı bir kez daha görmüş olduk.
Ahmet Haluk Dursun, Türkiye'nin kültür, sanat ve çevre konularında olması gereken yerin çok gerisinde kaldığını son derece açık bir biçimde anlatmış.
Ama asıl önemlisi, bu eksiklik için atılması gereken ve zaten planlanan bütün adımları çok daha açık bir biçimde ortaya koymuş.
Ali Fuat Başgil, Mahir İz, Ekrem Hakkı Ayverdi, Süheyl Ünver ve Fethi Gemuhluoğlu'nu genç kuşaklara rol model olarak doğru anlatacak bir kültür projesi manevi kalkınma adına atılacak en köklü adım olacaktır.
Şuna eminim ki, bu söyleşiyi doğru anlamayan siyasiler de, bürokratlar da olacaktır.
Belki yazımın başındaki fıkradaki ihtiyar gibi, Ankaralı dostlarımız alınmasınlar ama başını belaya sokmamak için bir zihniyet olarak artık "Ankaralı" olması gerektiğini söyleyenler de çıkacaktır.
Bugüne kadar Ankara'da sorumluluk üstlenen dostlardan bu tuzağa düşen çok isim oldu.
Sayın Müsteşar'dan beklenen, bu tuzağa düşmeden, kültür, sanat ve çevre konusunda Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik ile esasen bakanlık olarak birlikte planladıkları bu adımları, bir an önce hayata geçirmeleridir.