Ülkemizde aydın sorununun üzerinde konuşulması tartışılması gereken birçok yönü bulunmaktadır. Kendi toplumuna yabancılaşmak, kendisini bir iktidar zümresiyle özdeşleştirerek o iktidar grubunun çıkarları için araçsallaşmak, bir siyasi grubun veya ideolojinin içine hapsolmak dolayısıyla konformist olmak ve eleştirel bakamamak bunlardan bazılarıdır. Daha önemli olan husus ise, bu zümrenin yaratıcı düşünceden uzak olmasıdır ki bu, bizi aydın ve entelektüel arasındaki ayrıma ya da farklılaşmaya götürür.
Bu safhada önümde duran ‘Tanzimat’tan Günümüze Türk Düşünürleri’ başlıklı beş ciltlik, büyük bir emek ürünü olan esere bakma gereğini duymam boşuna değildir. Kendi düşünce geleneğinden habersiz aydınların, çağdaş dünyadaki fikir hayatıyla irtibat kurmaları da, kendi çağlarına tanıklık etmeleri de kolay olmayacaktır. ”Böyle bir zümrenin ‘tenvir’ edilmiş olsa da entelektüel olmasından bahsetmek söz konusu değildir. Burada önemli bir mesafeden ziyade geçilmesi gereken bir aşamanın olduğunu ayrıca vurgulamam gerekir.”
Düşünce hayatı
Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay hocamızın birçok düşünürü, onların düşünce yapılarını analiz ederek, fikirlerini inceleyip kaleme aldığı bu çalışmayı; ben aydınım diyen, kendisini bu zümreye dâhil gören herkesin okuması ve elinin altında tutması gerektiğini vurgulamak isterim. Attila İlhan benzer bir ifadeyi Hilmi Ziya Ülken’in ünlü Çağdaş Türk Düşünce Tarihi için söylemişti. Tesadüf değildir, Süleyman Hayri Bolay bu eserin hocası Hilmi Ziya Bey’in mevzu bahis olan kitabını tamamlamak üzere yazıldığını ifade etmektedir.
Günümüz aydınların dramı; bırakın çağdaş düşünceden haberdar olmayı, anlamayı, kritik etmeyi kendi düşünce geleneğinin ele aldığı problematiğin bile gerisinde kalmalarıdır. Çok uzağa gitmeye gerek yok, Türk düşüncesinin modernleşme sürecinde Ahmet Cevdet Paşa’dan Hüseyinzade Ali Bey’e, Ziya Gökalp’ten Mehmet Akif’e, Ali Suavi’ye kadar birçok düşünür kendi çağlarının sorunları üzerinde bugünküyle mukayese edilemeyecek düzeyde bir fikriyat sahibiydiler.
Aydın denilen zümrenin zihinsel kalıplarının daralmasında onların resmi görüşe hapsolmalarının önemli bir payı vardır ki, zaman içinde resmi görüşünden ayrılanların birçoğunun da benzer bir düşünme biçimine takılıp kaldıkları görülür.
Orada aydın var mı?
Türkiye’deki resmi aydınlar zümresinin içinde zaman zaman ortaya çıkan farklılaşmalar, bu olayın örnekleriyle doludur. Yakın dönem düşünce hayatımıza bakıldığında resmi ideolojiden ayrılan kendilerini sosyalist diye tanımlayan birçok aydının aynı kalıplar içinde dönüp durduğunu, yeni bir ideolojiyle irtibat kurduklarını söylemelerine, iddia etmelerine rağmen hep ayni sığlıkta, slogancı, basmakalıp, ezberlenmiş bir söyleme takılıp kaldıkları görülebilir. Bu konformist aydınlar içinde Kemalizm’den, Yön hareketine ve benim Türk BAAS’çılığı dediğim benzeri akımlara kapılanların düşünce yapılarının birbirlerinden nerede ayrıldıklarını bulmak kolay değildir.
Türkiye’de ‘egemen aydılar’ zümresinin sefaletini gösteren olay; onların bir terör örgütünün ‘özyönetim’, ’özerklik’ gibi kavramlara sığınarak kendisini haklılaştırmak için ileri sürdüğü söyleme mahkûm olmaları, onu eleştirecek aydın cesaretini ortaya koyamamaları değildir. “Asıl sorun, bu zümrenin Türkiye’nin yaşadığı toplumsal değişim ve bunun yarattığı çoğulculaşmadan güç alan demokratikleşme süreci karşısında, toplumsal statü kaybının sebep olduğu reaksiyoner sosyal psikolojiyi aşacak enerjiden, düşünce kapasitesinden uzak olmasıdır.”
Çağdaş dünyada yaşanan olayları anlamanın yollarından biri evrensel düşünceyle etkileşim içinde, kendi toplumumuzun nerede durduğunu değerlendirmekten geçer. Düşünce dünyasıyla kurulacak bağlar, yerelden evrensele ve evrenselden yerele diyalektiğinin içinde gerçekleştiği zaman, aydınların entelektüel bir iklimle tanışmaları da mümkün olacaktır.