Şu ‘monşer’ diye nitelendirilen tipik Tanzimatçı bürokrat kafası işi ‘Türkiye yanlış yaptığı için bunlar oluyor’ demeye getiriyor! “Oysa eski Alman Başbakanı Helmut Schmidt yaptığı bir değerlendirmede AB yönetimini uyarıp ‘biz büyük bir deney yaptık; bu Türkler Avrupalı olmuyor (asimile edilemiyor) bunu tecrübe ettik, bunları sakın AB’ye almayın’ dememiş miydi?” Zaten AB’nin böyle bir niyeti olmadığı sonradan bütün açıklığıyla ortaya çıkmadı mı?
‘Türkiye Batı’dan uzaklaşan bir sürece girmiştir, AB perspektifini kaybetmektedir, Ortadoğu devleti gibi davrandığı için Batı kaygılanmaktadır!’ diyorlar. Almanya’nın tavrının da Hollanda’nın uluslararası hukuku hiçe sayan korsan saldırganlığının da sebebini getirip nereye bağladıklarını görüyorsunuz. Aslında o kadar ideolojik bir saplantı içindedirler ki dolaylı olarak temeldeki çatlağı ifşa ettiklerinin farkında değillerdir. Söz konusu olan sadece medyada görünen birkaç emekli monşer değil bir zihniyet biçimidir; bu zihniyeti medya köşelerinde, TV tartışmalarında, emekli generaller, siyasetçiler arasında da görmek zor olmuyor.
Bilinç kaybı sorunu
Monşerlerin yaptıkları itiraf şudur: ‘Batı’yla bağımlılık ilişkilerimiz derindir, bu bağımlılık ilişkileri bizi nereye götürürse götürsün bu bizim için iyidir, çünkü biz ancak Batı’yla birlikte onun belirlediği kurallar çerçevesinde kalarak çağdaş dünyayla birlikte var olabiliriz!’ Karikatürize ettiğimi düşünmeyiniz; adamların bunları söylerken yüzleri kızarmamaktadır.
Neden bu kadar utanmazdırlar, bu durumun kişisel özelliklerini aşan boyutu meseleye onları şartlandıran ‘Batılılaşma ideolojisi’ üzerinden bakmalarıyla ilgilidir. Batılılaşma ideolojisinin geri bir 19.yy. ideolojisi olduğunu, o zamanlar için sömürge ülkelerde veya doğrudan sömürge olmayan ülkelerin Batı’ya bağımlı hale sokulmak üzere aydınlar ve bürokratlar üzerinden nüfuz sahası haline getirilmek için geliştirilmiş bir ideoloji olduğunu onlara anlatmanın da faydası olmayacaktır. Çünkü bu ideoloji önce milli kimliklerini yok ederek hedef kitleyi devşirme sürecine sokarak bilinçlerini parçalamakta, onları şahsiyetsizleştirmektedir.
O zaman sorun nedir? Türkiye takip ettiği yeni dış politika anlayışıyla Batı’ya bağımlılık ekseninde kurulan ilişkileri değiştirmiş, karşılıklılık temelinde yeni bir yaklaşım benimsemiştir. “Batılı merkezlerin başta ‘yeni Ortadoğu planı’ olmak üzere Türkiye’ye rağmen uyguladığı, üstelik Türkiye karşıtı, içinde Türkiye topraklarının parçalanmasını da içeren ‘etnik ve mezhep’ temelli ‘yeni siyasal coğrafya’ çizme projesine karşı çıktığı için eleştirilmektedir.”
Nereye doğru
Türkiye’nin Batı’ya bağımlı dış politikasını değiştirmesi, eşitlik temelinde ülkelerin milli varlıklarına duyulan saygı ve karşılıklı çıkar ekseninde düzenlemeye dönük bir yaklaşımı benimsemesini ‘Batı’dan uzaklaşmak, Batı’ya karşı bir yöne kaymak’ gibi değerlendirmek, aslında bağımsızlığa karşı tavır almak demektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temsil ettiği bu yeni Türkiye yaklaşımı kaçınılmaz olarak içeride ve dışarıda Erdoğan düşmanlığının kaynağını oluşturmaktadır. Bugün Cumhurbaşkanı başta Almanya, Hollanda, olmak üzere Batılı merkezlerde hedef tahtasına oturtulmaktaysa, karalama kampanyalarının merkezine konuluyorsa, bunlar Cumhurbaşkanı’nın şahsında yapılan Türkiye düşmanlığının ürünüdür.
Unutmayalım ki, Batı NATO-Dünya Bankası-DTÖ-AB-IMF ve GLADYO gibi yapılanmalar içeride devşirdikleri, örgütledikleri adamlar üzerinden bugüne kadar Türkiye’yi bağımlı tutacak her türlü operasyonu yapmıştır. Darbeler, müdahaleler, cinayetler en son 15 Temmuz ihaneti hep bu karanlık yapıların eseridir. Bunlara verilen cevap devleti daha fazla halkla buluşturmak, daha fazla demokratikleşmedir.16 Nisan Referandumu bu yolda ileri bir aşamadır. Batı, Batıcılar vasıtasıyla bu topluma kimliğini unutturmaya çalışırken burada yaşayan milletin Türkler olduğunu asla akıllarından çıkarmamışlardır. Onlar için Şark meselesi Türklerin etkisiz kılınması davasıdır.