Casey Affleck’in başrolünde yer aldığı ve bu sene Oscar Ödülleri’nin en güçlü adaylarından biri olan ‘Yaşamın Kıyısında’ (Manchester by the Sea) ile Ben Affleck’in yazıp yönettiği ve pek tabii ki başrolü kendisinden esirgemediği ‘Gecenin Kanunu’ (Live by Night) filminin aynı gün vizyona girmesi sizde de “Hangi Affleck’i izleyelim?” kararsızlığı yaratacaksa seçiminizi küçük kardeşten yana kullanmanızda fayda var.
Senarist, oyun yazarı ve aynı zamanda yönetmen olan, adını ‘Anlat Bakalım’ (Analyze This) ve ‘New York Çeteleri’ (Gangs of New York) filmlerinin senaryolarıyla duyuran Kenneth Lonergan, yeni filmi ‘Yaşamın Kıyısında’ (Manchester by the Sea) ile trajedi sonucu tümüyle değişen bir hayata gerçekten ‘devam edebilme’ potansiyelini sorguluyor. Boston’da tek başına yaşayan ve kapıcılık, tesisatçılık gibi yevmiyeli işlerle hayatını idame ettiren Lee Chandler, kalp hastası abisinin vefat haberiyle doğup büyüdüğü ve bir zamanlar yaşadığı Massachusetts’e geri dönüyor. Ölümün, vedalaşamamanın, söylenmeyen sözlerin pişmanlığı daha yerini yasa bırakamadan abisinin vasiyetinde kendisini 16 yaşındaki yeğenine yasal vasi olarak atadığını öğreniyor. İçki problemi olan annesinin evi terk edişinin ardından babasıyla birlikte yaşayan Patrick ise babasını kaybedişinin ardından hayatına giren bu ‘yeni baba’ figürüne ayak uydurmaya çalışıyor. Yıllar önce gördüğü Lee amcasının evin ‘babası olmak ile olmamak’ arasındaki ikilemi ve bir gencin sorumluluğunu üstlenip üstelenemeyeceği ile ilgili tereddütleri eski bir travmayı da yeniden su yüzüne çıkartıyor.
Ayrıntılar hikâyede gizli
Yönetmen Kenneth Lonergan, flashbacklerle geriye giderek anlatması kolay olmayan bir hikâyenin derinlerine dalıyor ve batık bir gemiden kalan enkazları parça parça kıyıya taşıyor. Çıkarılan parçalar ve bu parçaları birleştirince ortaya çıkan tablo yenilir yutulur cinsten değilse yine de kalınan yerden hayata devam edilebilir mi? Peki ironik bir şekilde, insanın başına gelen şeyle yıllar sonra yeniden sınanmasına ne demeli? Psikanalizin kenarından köşesinden, içinde sevgi, hüzün, ayrılık ve benim gibi izleyiciler için çokça gözyaşının olduğu, laf kalabalığından ziyade anlardan ve ifadelerden oluşan değerli bir film ‘Yaşamın Kıyısında’. Filmi izlerken ve sonrasında Kenneth Lonergan’ın keskin kalemini ve alt metni dolup taşan sahnelerini düşünmeden edemedim. Özellikle bazı sahnelerin duygusu o kadar ağır ki karakterler daha fazla konuşsun, anlatsın ve taşıdıkları yükü üzerlerinden atsın diye düşünmemek elde değil; ancak öyle olmuyor. Uzun uzun okuduğumuz yüz ifadelerine eşlik eden müthiş küçük ayrıntılarla hikâye kendini anlatıyor. Öyle ki filmin bir sahnesinde gördüğümüz, hayatının o en trajik anında elindeki market torbalarına sımsıkı tutunan Lee Chandler’in aslında elinden kayıp gidenleri bırakmak istememesi gibi… Casey Affleck, donuk, hissiz, hayata karşı kaskatı duran Lee Chandler tasviriyle kusursuz bir oyunculuk sergilerken; Michelle Williams Lee Chandler’in eski eşi Randi rolünde hikâyenin biraz daha dış çemberinde kalarak sadece 3-4 sahnede karşımıza çıkıyor. Filmin odağını dağıtmamak adına yapılan ve hayatta olduğu gibi filmde de bazı soruları cevapsız bırakan bu bilinçli seçim biraz daha esnetilse izleyici açısından daha iyi olabilirmiş.
Sıradan gangster filmi
Bugüne kadar ortalama rollerle karşımıza çıkan küçük kardeş Casey Affleck ‘Yaşamın Kıyısında’ filmindeki performansıyla şaşırtırken, oyuncu kadrosuna ve tüm görselliğine rağmen Ben Affleck’in yazıp yönettiği ‘Gecenin Kanunu’ sıradan bir gangster filmi olmaktan öteye geçemiyor. Anlamlandıramadığı konusu içinde her şeyden biraz ekleyerek mafya filmlerinin tüm klişelerine yer veren Affleck bu kez senaryoya bulaşmasa sanki daha iyi olurmuş.