Taksim dev bir sahne olmuş büyük ekonomi, bölgesel güç, Arap coğrafyasına örnek demokrasi Türkiye algıları, Taksim meydanında çıra gibi tutuşturan devlet “otoriterliği” bütün şeffaflığıyla dünya âleme de gözükmüştü...
Bu saatten sonra insani ve barışçıl varlığıyla şimdiden evrensel saygınlık kazanan Gezi Direnişi’ni mahallinde ezmeye kalkışan devletin operasyonel yöntemi ve kullandığı şiddetin sınırsızlığı katiyen perdelenemezdi...
Neredeyse “batacaksak beraber batacağız”, “yanacaksak beraber yanacağız” hiddetiyle devletin Taksim’de on binlerce sivil vatandaşın can güvenliğini “hiçe sayan” militarize polis gücüyle müdahalesi tek bir rasyoneli, vicdani açıklaması olamazdı...
İllegal örgütle, sivil vatandaşını Taksim’de de aynı Roboski’ de olduğu gibi ayıramamakta direten devlet Taksim’in ışıklarını kapatabilir, ekranlarda hazır kadrolarıyla “marjinal” halka karşı giriştiği operasyonu “geçici” olarak meşrulaştırabilir...
Çağlayan Adliyesi merdivenlerinden de hukuk devleti aşağı atılarak polis kuvvetiyle 70 küsur cüppeli avukat basın açıklaması yaptı diye ters kelepçeyle gözaltına alınabilirdi...
Zaten siyasi geçmişimizin sivil-askeri darbe dönemleri bu icraatlarla şahikasına erişirdi...
Veya “Gözlerinden öperim, yavrularımız, canımız” sözleriyle göz çıkartan, kafatasından beyin fışkırtan, engelli protestocuyu 50 metreden hedef alan, sayısını bilemediğimiz vatandaşımızı darp eden ama görevi kamu canını korumak olan kasklı, coplu, gazlı, yelekli devasa polis ordusunu savunabilirdiniz...
Salı sabahı Tarlabaşı’nda peydah olan 15-20 kişilik ne idüğü belirsiz “provokatör saldırgan gruplarla” saatlerce teknik zafiyet içinde çırpınırcasına uğraşıp kamuoyuna “bunlar molotof atıyor, devletin polisine taş atıyor” algısı belki biraz hedefini ıskalayabilir...
Ve Gezi protestolarına destek için sokağa çıkan farklı toplumsal kesimlerden oluşan büyük kitleleri görünce afallayan siyasi iktidar acilen içine kapanır ve hemen kendi seçmenini “millet” incinmiş egosunu “devlet” diye tanımlardı.
SEÇMENLERİM BENİM MİLLETİMDİR...
Sonra bu kategorik ayrıştırmaya dayanarak “devlet ve milletimizi küçük düşürmesine izin vermeyeceğiz” açıklamalarıyla halkın geri kalanını bunlar marjinal-darbeci-komplocu kitleleri polisiye hedefe yerleştirirdi...
Ama devletin tam da bu noktada toplumu ortasından “marjinal gruplar” ve “benim milletim” ayrımcılığıyla demir yumrukla ikiye parçalarken nasıl derin korkularla boğuştuğunu da anlardınız...
Siyasetin ve demokrasi kültürünün olanaklarını reddederek “iç düşman” odaklı psikolojik savaş propagandası ve polis gücüyle toplumsal itirazları, talepleri, hak arayışlarını baskılamayı belki bir müddet götürebilirdi...
Ama bu zamanın halkına ciddi yabancılaşıp “polis şiddetiyle” varlığını tahkim etmeye çalışan siyasi erkin ezdiği halkına yaşattığından ziyadesiyle yoğun korkulara rehin zamanlar olduğunu siyasi tarih bas bas bağırıyordu...
Tarihimizin mağdur ve bastırılırmış toplum kesimlerinden neşet ettiği iddiasındaki siyasi iktidar çok iyi biliyor ki eğer devlet şiddetle toplumunun iradesini ve özgürlüğünü baskılarsa “bastırılan” silinmiyor bin misliyle geri geliyordu...