• $32,3531
  • 34,9731
  • 2323.91
  • 9139.79
1 Mayıs 2014 Perşembe 16:16 | Son Güncelleme:

Adalar‘dan bir yar...

Adalar‘dan bir yar...

'Güzellik Geyikli sahilinden başlıyor... Deniz durgun ve dalga cılız bir sesle vuruyor kumlara... Dönüş seferini yapan feribot beliriyor uzakta...

Hazırlarken giymeyeceğimi de bildiğim bi' dolu kıyafet ve ıvır zıvırla taşırken giderek ağırlaşan bavulu dert etmiyorum. Rüzgar vurdukça daha da güçlü çekiyorum taş yolda devrilip duran valizi... Bir an önce beni ada'ma kavuşturacak olan köpüklü feribota doğru ilerliyorum , yaklaşıyoruz birbirimize farklı yakalardan... Bir şeye yaklaşırken başka bir şeyden uzaklaşıyor olmak fiziki bir kuralın dahilinde olsa da, görüntü ve hafıza oyun oynamaya başlıyor. Uzaktan uzun, boz hatta kurak görünen ada, feribot açı değiştirdiği anda kalesi, tekneleri, bir bakışta görülebilecek yerleşimi ile karşılıyor işte... Aynen bıraktığım gibi... Rüzgarın darmadağın ettiği saçlarımı yüzümden çekmiyorum... Kaçmıyorum da... Özlemişim kendime gelmek için gitmeyi... Hasılı sert rüzgar eşliğinde gidiyorum kendime. Es vermek için... Es'iveren rüzgarla...'

Yaklaşık 2 yıl evvel yazdığım bu girizgah, bahara ermemizle birlikte ada özleminin depreşmesi halindendir. Yazdan ibaret değildir oysa Bozca'ada... Her gidişimde yazdıklarıma benzer hissiyat ve düşüncelerle, öylesine sakin ve öylesine yorgun karşılıyor beni. Henüz keşfedilmemiş olduğu ve feribot seferlerin saat başı olmadığı, deniz kenarlarının bakir, bağlarının alabildiğine uzandığı, günübirlik 'plaj keyfi'nin yaşanmadığı ve bir anlamda ruhunun kirlenmediği zamanları da görmek isterdim. Yine de korunmuş bir yanı olduğunu bilmek, ziyaretçilerinin ve orada yaşamayı tercih edenlerin, sert rüzgarının havayı temizlemesi gibi, ada'lı olmanın ayrıcalığını korumasını diliyorum. Denizinin tahammül ötesinde soğuk olması belki de bir şans'tır ada için...

"Bİ' ÇAY DEMLE DE, İÇELİM..."

Gayet bize özgü alışkanlıklardan ve günün her saati bize eşlik edebilen ve gerçekten de canımızın çektiği "hadi bi' çay içelim..."in sevdiklerimizle anlamlandığı vazgeçilmezimiz; çay... Ancak "bize özgü" dediğim yanı elbette niyeti ve sunumu ile ilgili... Zira çayın bize gelene kadar bir geçmişi, tarihi var. Bildiğiniz üzere kökeni Çin olan çayın içilmesi, kaynaklara göre Milat'tan önce bir tarihe dayanıyor. Sonrası uzun hikaye... Portekizli tüccarlar vasıtası ile 1600'lü yıllarda Avrupa'ya, keşiften sonra da haliye Amerika kıtasına ulaşıyor. Üretim ve sanayileşme 1800'lü yıllarda başlıyor ve tüm dünyaya yayılıyor. Coğrafyamızda yaygınlaşması 1900'lerde oluyor. Osmanlı döneminde "kahve" çok daha önceden tahtına oturmuş. Uzak doğudan gelen filizler ilk olarak  1870'lerin sonlarında Artvin bölgesinde yetiştirilmiş. Kemalettin Kuzucu'nun araştırmalarına göre 1878'de, Hopa'da ve Arhavi'de çay ekimi başarılı olmuş. Çalışmak için Rusya'ya giden yöre erkekleri, oradan getirdikleri çay fidanlarını evlerinin bahçelerine ekmeleri sonucu çay sınırlarımızda var olmaya başlamış. Sonrası uygun iklimin keşfi, Doğu Karadeniz'in, çayın vatanımızdaki vatanı olması...

Çayı demlemekle başlar herşey... Sohbetlerin yanına ikram edilendir... Yorgunluk kahvesi'dir lakin keyif çayı'dır. Misafir olana hizmetin başrolündedir. Hiç birşey olmasa çay demlersin. Kahvaltı ile birliktedir, yemeğin üstünedir. Hasılı çay güzeldir... Niyeti ve sunumu "bize özgü"dür.

"Benim sana verebileceğim çok bir şey yok aslında…
Çay var içersen,
Ben var seversen,
Yol var gidersen…

 Aşık Veysel Şatıroğlu

Gönlü görenlerin sazından geçer, içimizi her daim ısıtır. "Çay vakti"dir her vakit...

Gün de her gün dem'leniyor... Gündemin tadı çoğu zaman zehir gibi oluyor. Tanık olmak zorlaşıyor, yürek dayanmıyor. Çocuklar katlediliyor, hayvanlar işkence görüyor, insanlar haksızlığa uğruyor, özgürlükleri kısıtlanıyor. Bu sebeple de her gün içilen çayın tadı aynı olmuyor.

"...
Ben zaten her acının tiryakisi olmuşum,
Ömür boyu bitmeyen derdimle yorulmuşum.
..." Orhan Gencebay

Tiryakilik yaratmayan acılara maruz bir coğrafyada "Bir teselli ver" gibi "Bi'çay ver" demek aslında...
Tesellisi olmayan acılara "dem" vurmak, farkında olmak... "Acılara tutunmak"... Yine de umudu yitirmemek...

"Bağzı düşüncelere 'engel' olamıyorum..."
 

Metrobüste zihinsel engelli küçük bir kız. Anlaşılmayan bir şeyler söylüyor,sesler çıkarıyor fakat kendi halinde...Camdan dışarı bakıyor. Gülüyor kendi kendine... Etrafta bir kaç şaşkın bakış. Tahminimce yanındaki annesi... O'nu öpüyor; "Seni çok seviyorum"" diyor. Evet annesi... Koşulsuz ve daima sevecek olan yegane varlık zira. Olduğu gibi kabul edip, sarıp sarmalamış evladını. Belli ki adamış hayatını. Özel çocukların özel anneleri; adanmış hayatlar silsilesi... Küçük ve hiç büyümeyecek olan kız çocuğu anlaşılmayan bir şeyler söylüyor ama gülüyor; annesinin yanağını sıkarak... Eli meleğinin yanağında...Doğduğu dünyaya dair hiç birşey bilmiyor lakin tek bir şeyi, en önemli şeyi biliyor; sevildiğini...

Yaşamak, varolmaktan ibaret değil... Tanık ediyorsunuz olan bitene... Gördüğünüz, işittiğiniz, içinde ya da dışında olduğunuz herşey şeklinizi, bakış açınızı değiştirebiliyor. Değiştirmeli de. Gelişimin ana prensibi bu... Hayatınızın bir an'da ve bir an'da değişmesi hadisesi "risk"i yaşıyoruz farkında olmadan... Farkındalık gözlemlemekle başlıyor. Gördüğünü anlamak, anlamaya çalışmakla... Şanslıysak eğer... Yani "gör"ebiliyorsak... Duyularımızdan ve bedenimizden yoksunluk çektiğimizi düşünmek, hayal etmek yahut bu yoksunluğu doğuştan ya da sonradan yaşamak zorunda kalanları farketmek başka bir boyut kazandırıyor hayata.

Bencillik düzeni içinde kendimiz gibi olmayanlara yaşam alanı sağlamak noktasında sınıfı geçtiğimiz söylenemez... Engelli olan insan değil; kaldırımlar, bina girişleri, merdivenler, toplu taşıma araçları... Hayatın içinde herşeyi "tam" olanlara göre düzenlenmiş olan herşey "engel" onlara... Yani onlar "engelli" değil... Onlara engel olan herşey "engelli"...

10-16 Mayıs Engelliler Haftası... Organizasyonlar yapılacak, konuşmalar, programlar ve bir kez daha söylenecek; "Her insan bir engelli adayı!"... Doğru söze ne denir? Engelliler Haftası 1 hafta, engeller onların hayatı...

"Tam"amlamak bize düşer... Görmeyene göz, işitmeyene kulak, yürüyemeyene destek, anlamayana sevgi...
Acıyarak "bakmak" çözüm değil, düğüm...

"Ne yapabilirim?"i bi' düşünün...

http://www.beyazitkutup.gov.tr

İstanbul Beyazıt Kütüphanesi Görme Engelliler Sesli Kitap bölümünde seçeceğiniz ya da okunma ihtiyacı listesinde yeralan kitaplarla dolu. Bulunduğunuz şehirde böyle bir çalışma var mı diye araştırın mesela... Yoksa olması için neler yapabileceğinizi düşünün. Deneyin... Vakit yaratıp sesinizle bir kardeşimize ışık olabilme hazzını yaşayın... Onun için yapacağınız bu "küçük" iyiliğin, hiç görmediği dünyasında yaratacağı "büyük" etkiyi düşünün...
Çok basit; kendinizi onun yerine koyun...
Hepsi bu.

 

Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlayacağız
Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlayacağız

Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlayacağız

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı
Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı

Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı
Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı

Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı