• $32,3539
  • 34,9795
  • 2324.3
  • 9079.97
15 Haziran 2014 Pazar 00:38 | Son Güncelleme:

Mimesis hayata dâhil mi?

Mimesis hayata dâhil mi"

ALİ SALİ
sabiherden@gmail.com

Daha önceki yazılarda gelenek dediğimizin, geleneksel öğreti dediğimizin aslında hakikat olduğunu hatırlatmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Gelenek olarak adlandırdığımız şeyin dilinin zamanla, mekânla, kişi ya da toplumla kısıtlı olmadığını söyleyebiliriz. O dilin sadece farklı ifade tarzları vardır ve biz o tarzlarla muhatap oluruz. Ve bu dil bizim geleneğimizdir.
Gelenek, Aziz Augustine’in ifadesiyle “(…) önce nasılsa şimdi de aynı olan ve her zaman aynı kalacak olan hikmet”ten bahseden kadîm bir inanıştır. Kadîm olmasına rağmen Frithjof Shoun’un tespitiyle insanlar artık bunu terk etmiştir: “Gelenek terk edilmiştir; ama insanlar artık onun dilini anlayamadığı için değil, insanlar onu anlamak istemediği için terk edilmiştir, çünkü bu dil dünyanın sonuna kadar anlaşılmak için yaratılmıştır. Gelenek, onu ‘bizim çağımıza’ daha kabul edilebilir kılmak arzusuyla düzleştirmek ve yavanlaştırmak sûretiyle tahrif edilmektedir; sanki kişi hakikati yanlışa uydurabilecek veya uydurmak zorundaymış gibi. Kabul edilmelidir ki yeni sorulara ve yeni cehâlet biçimlerine cevap verme ihtiyacı her zaman doğabilir. Kutsal inanç açıklanmalıdır; ancak bu kutsal inanca varlık sebebini veren şey pahasına, yani onun hakikati ve müessiriyeti pahasına yapılmamalıdır.”
Kelime ve aktarılan şey anlamında gelenek ile ilgili batıda iki farklı yaklaşımın olduğunu görüyoruz. Bu iki farklı yaklaşımı da iki İngiliz şairine dayandırmanın mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Bu şairlerden birisi ve takipçisi fazla olanı T. S. Eliot. Eliot’un geleneğe ilişkin yaklaşımını “Tradition and the Individual Talent” başlıklı yazısında takip etmek mümkün. Eliot, “(…) gelenek miras alınamaz; geleneği istiyorsan, onu büyük bir çaba ile kazanmalısın” derken aslında gelenek hakkındaki iki farklı yaklaşımdan birini oluşturan ve bu konudaki en yaygın etkiye sahip yazıyı da dolaşıma sokuyordu. Eliot’a göre gelenek insana nispetle haricîdir. Bir kültür üretme çabasına ilave bir şeydir.
Ve yine köklerini insanın kültürel “başarısının” içinde bulunulan çağdaki değeri fikrinde bulan bir şeydir. Eliot, gelenek hakkındaki bu düşüncesini daha
sonra Rene Guenon, Frithjof Shoun gibi yazarları okuduktan sonra tashih etse de onun gelenek hakkındaki bu haricîdir yaklaşımı etkisini halen sürdürmektedir. Eliot’un Türkçeye aktarılan yazı ve kitaplarında bu yaklaşımını takip etmek mümkün.
Eliot’un gelenek hakkındaki bu düşüncesinin tam zıddında ise yine bir başka İngiliz şair W. B. Yeats’in yaklaşımı vardır. Yeats’in “Hayâl geleneğini sürüp kovmuş bir toplumda (…) ‘hayâl bizatihi insandır’” şeklinde dile getirdiği düşüncesi, gelenek hakkındaki etkili bir diğer yaklaşımı ifade etmektedir. “Gelenek kişinin içinde var olduğu doğal unsurdan ibarettir” yaklaşımı Eliot’un yaklaşımının tersi bir yaklaşımdır. Yeats’e göre gelenek insanın doğasına nispetle içkin ve aslîdir. Zaten insanın aslî doğasına yaptığı vurgudan dolayı gelenekselci öğreti müntesipleri tarafından W. B. Yeats gelenekle ilgili bazı meseleleri izah ederken her daim mehaz gösterilen şair olmuştur.
Geleneğe sözünü ettiğimiz bu iki farklı yaklaşımın dışında yer alan ve gelenekselci öğreti müntesipleri olarak bilinen büyük yazarları bu kapsamın dışında tutuyoruz. Onlar gelenek hakkında bir başka yol açan, deyim yerindeyse bir başka yol inşa eden bir yaklaşımın sahibi kişiler olarak görülebilir. Onlar, geleneğe hakîkatin penceresinden bakan ve hakikat denilen şeyin önce nasılsa şimdi de öyle olan ve gelecekte de öyle olacak olan bir aslî fıtrata sahip olduğunu bize tekrar hatırlatmaya çalışan bir anlayış ve yaklaşıma sahipler.
Hakikat âlemi aslî âlemdir. Biz insanlar ise aslî âlemi hatırlama istidadı içinde bu dünyada tecessüd ederiz. Bu dünya ise bir misal âlemidir. Misal âleminde suretlerden hareket ederek aslî olanı hatırlayabilir ve aslî olana dönebiliriz.
Edebiyat bize, aslî âlemden bu dünyaya inerken (bunu düşmek olarak adlandıranlar da var) unuttuğumuz şeyleri hatırlatan bir yol açar. Açtığı o yolu kelimelerle bir nevi yeniden kurar, yeni bir yol inşa eder. Çok yüzeysel olacak belki, ama yine de değinmekte fayda var: Edebiyatın, bir şeyi kurarken, inşa ederken elindeki önemli unsurlardan biri de mimesis denilen şeydir. Yine çok yüzeysel bir biçimde mimesisin bir tür yansıtma, benzetme kuramı olduğunu söyleyip geçelim. Bizi ilgilendiren kısmıyla mimesis burada, “bir nesnenin yansıtma, benzetme” kullanılarak temsil edilmesi şeklinde anlaşılabilir.
Gelenekselci öğreti müntesiplerinin mimesis kuramının uygulanışına bazı noktalarda değil, temelden itirazları var. Onlara göre “misal âlemindeki varlıklar kendileri bir asılın suretleri” olduğu için mimesisle, ya da benzetmeyle ortaya çıkarılan, inşa edilen, imal edilen ürün, taklit ettiği nesneye ne kadar benzerse benzesin ancak “kopyanın kopyası” olabilecek bir değere sahiptir. Bize de aslî olanı değil, yalnızca sureti hatırlatabilir. Oysa edebiyat da içinde olmak üzere genel olarak sanatın yapması gereken ise bize, aslî olanı, yani hakikati hatırlatmaktır. Çünkü biz bu dünyada tecessüd ve temessül ederken adına hakikat denilen şeyi unuttuk.
Bize hakikati, bize aslî olanı hatırlatabilmesi için sanatçının mimesise değil, kendisinin bizatihi aslî olana, hakikat âlemine yolculuk yapması ve hem yolculukta, hem de ziyaret ettiği âlemde müşâhede ettiklerini bir temsil ile bize aktarması gerekir. Zaten gelenek kelimesi de aktarma anlamını içermektedir. Önemli olan bir eserin müessirine ne kadar benzediği değil, bir eserin müessiri olan aslî varlığı ne kadar hatırlattığıdır.
Mesele burada ferdin hazırlanmışlık, yani hatırlama istidadı ve hatırlamaya hazır olma halidir. Edebiyat eserleri bizde bunu gerçekleştirmeye, hatırlamaya hazır olma haline getirmeye yardımcı olur. Zaten hatırlatmaya bile gerek yok “bilinen her şey ancak bilenin haline uygun olarak bilinir”. Bu bilenin hali ise söylemek bile fazla, salt öznel tecrübeden daha fazlasını içerir. Çünkü böyle tecrübeler ancak aklın konumuna göre anlam ifade ederler. Görünen gerçekliği yansıtan ve anlamlandıran akıl, ona bir anlam atfedebilmek için gerçekliğin ötesinde bir dayanak noktasına ihtiyaç duyar. Bu dayanak noktası da mimesis ile sağlanamaz. Ancak aslî olanları seyir ve temsil edilen şeyden hareketle hakikati hatırlama sağlayabilir bu dayanak noktasını. Edebiyatın yaptığı da zaten bu hatırlamaya yardımcı olmaktır.

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı
Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı

Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı
Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı

Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı

Belçika'dan terör provokasyonlarına ilişkin açıklama: PKK Avrupa'da tanınmış bir terör örgütüdür
Belçika'dan terör provokasyonlarına ilişkin açıklama: PKK Avrupa'da tanınmış bir terör örgütüdür

Belçika'dan terör provokasyonlarına ilişkin açıklama: PKK Avrupa'da tanınmış bir terör örgütüdür