• $32,3787
  • 34,9659
  • 2325.67
  • 9089.74
24 Ağustos 2014 Pazar 02:09 | Son Güncelleme:

'Millet' olduğunu söyleyenler 'İsim Verme' cesaretinde değil

'Millet' olduğunu söyleyenler 'İsim Verme' cesaretinde değil

ALİ SALİ
sabiherden@gmail.com

Dil toplumun hafızasıdır. Hafızaya yapılacak dışarıdan müdahalelerin tamamı hafızada sakatlanmalara, tahribata yol açabilir. Amaç ne kadar iyi olursa olsun, hafızaya müdahale istenen sonuçları devşirmek için yeterli olmayabilir. İstenilen sonuç tevlit edilemeyebilir bu müdahalelerle. Hafıza derken toplumun kullandığı dili kastediyoruz tabii ki. Nitekim dile yapılan müdahaleler de istenen sonucu tevlit etmeye yetmemiştir. İstenilen dil arılığını temin edemediği gibi, yine istenilen ulus bilincini de oluşturamamıştır. Kaldı ki ulus oluşturabilsin! Aksine ciddi bir dirençle karşılaşmıştır dışarıdan yapılan bu müdahale gayretleri. Direnç gösterilmiştir bu müdahalelere. Çünkü ortadan kaldırılmaya çalışılan kelimelerin bu toplumun mazisinde yüzlerce yıllık serencamı, serüveni vardır. Hatta her kelimenin efsanesi vardır. O kelimelerle tasavvur etmiştir dünyayı da, bilmediği mekân halleri de. O kelimelerle tasvir etmiştir hayallerini, hatta cenneti başta olmak üzere bilmediği dünyaları o kelimelerle tasvir etmiştir. On sekiz bin âlem o kelimelerle tasavvur ve tasvir edilmiştir bağrında yetiştirdiği şairler tarafından. Toplum, ortadan kaldırılmaya çalışılan o kelimelerle anlatmıştır sevincini, acısını, aşkını, isyanını, hatta imanını. Dilediğiniz kadar uzatabilirsiniz bu kelimeler silsilesini.

“Bir kelimenin anlamı her zaman bir başka kelimedir” denir. Bir başka kelimedir, çünkü kelimeler kişiler, ya da şeylerden çok diğer kelimeler gibidir. Dile, hafızaya yapılan dışarıdan müdahaleler için belki Nietzche’nin dediği gibi “sadece kalbimizde ölmüş olan şeyler için kelimeler bulduğumuz” söylenebilir. Kalbimizde ölmüş şeyler için kelimeler ararız, bulamazsak uydururuz. Bunun Türkiye’deki uygulamasına çok uzun yıllar dilde özleştirme demişiz. Bu uygulamayı başlatan kurucu irade ulus oluşturma niyetiyle milletin hafızası olan dile müdahale ederek çıkmışlardır yola. Milletin hafızasında varlığını koruyan kelimeler, kurucu iradenin kalbinde ölen şeyler olduğu içindir biraz da bu gayretin sebebi. Toplumun hafızasına dışarıdan yapılan bu müdahaleye en sert tepkiyi gösterenlerin başlarında zikredebiliriz Necip Fazıl Kısakürek’i. Hem yazdığı şiirlerinde, hem çıkardığı dergilerinde, hem kaleme aldığı kitaplarında dilde özleştirmeye en büyük tepkiyi gösterenlerden biridir Necip Fazıl.

Toplum hafızasının, yani kültürünün, yani tarihinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını görmüştür, bu özleştirme gayretlerinde. Hem millet böyle görmüştür, hem de Necip Fazıl merhum. Bunun için direnmiştir, direnen toplumla birlikte. Kendini millet olarak gören ve adlandıran toplumdan yeni bir ulus inşa edilmeye çalışıldığı için dili özleştirmek için uğraşanların gayretleri de anlaşılabilir. Fakat bu gayret içinde olanların sanırım göremedikleri, ya da kabullenemedikleri bir durum vardı: İnşa etmeye çalıştıkları ulus halen kendini millet olarak görüyor ve millet olarak adlandırıyordu. Ve bu millet kelimesi inanç evrenine ait bir kelimeydi ve toplum bu kelimeyle izah ediyordu kendini. Toplum, değiştirilmeye çalışılan kelimelerle bir inanç evreninden bir başka inanç evrenine taşınmak istendiğini gördüğü için bu kadar direnç göstermişti özleştirme gayretlerine.

Yüzde bilmem kaçının okuryazar olmadığı iddia edilen toplum resmi anlamda okuryazar değilse bile inancının temel kitaplarını okuyabiliyordu, manasını bilmese bile o kitaplarda dile getirilenlere iman ediyordu. Birçok köyde köy odasında uzun kış gecelerinde Hz. Ali cenklerini, Muhammed Hanefi cenklerini, Horasanlı Eba Müslim, Battal Gazi cenklerini anlatan kitaplar okunuyor, ya da köyün cenk anlatmayla maruf yaşlıları bu cenkleri anlatıyordu. Köroğlu, Dadaloğlu hikâyeleri anlatılıyor, duruma göre kahramanların ya aşkları, ya da kahramanlıkları öne çıkarılıyor ve toplumsal bilinç, toplumsal hafıza tahkim ediliyordu. Hele ki aşk hikâyeleri anlatılıyor, ya da okunuyorsa Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun gibi bu toplumun her bölgesinde anlatılan ortak anlatıları atlanmıyordu. Tabii yine bölgeye göre fark olarak görünen zengin ayrıntılar ilave edilerek anlatılıyordu bu hikâyeler. Mesela Kur’an okuyabiliyordu bu okuryazar olmayan insanlar, mesela Mızraklı İlmihal okuyabiliyordu, mesela Necat –el Mü’minin okuyabiliyordu. Hele son ikisini okuyabildiği ve anlayabildiği kadarıyla hayatına bir yön de veriyordu, hayatını o kitaplarda yazanlara göre düzenliyordu. Çünkü bu iki kitap Arap alfabesiyle yazılmış da olsa Türkçeydi ve milletin inandığı dinin başlangıç ilmihal bilgilerini anlatıyordu. Başlangıç dediğime bakmayın, temel ibadetlerle ilgili çok detaylı bilgiler ve temel bazı konularda fetvalar içerdiği için öyle adlandırdım. Bu özleştirme gayretlerinin muhatabı resmi olarak okuryazar kabul edilmeyen toplum kesimleri değildi. Aksine okuryazar kabul edilen kesimlerdi.

Burada da atlanan bir nokta vardı: Okuryazar kesimin neredeyse tamamı Osmanlı tedrisatından geçmiş insanlardı. Necip Fazıl da Osmanlı tedrisatından geçmiş biri, üstelik Osmanlı’nın Bahriye mektebinde okumuş biriydi. Mektepte aldığı tedrisatla yetinmeyip, bu tedrisatın kazandırdıkları sayesinde bir şeyleri kaleme alabilen biriydi de. Abdülhakim Arvasi Hazretlerine intisap etmeden önce de kalemini kullanan ve yazdıklarında kurucu iradenin oluşturmaya çalıştığı ulusla ilgilenmek yerine, kendini, kendi iç dünyasını teşrih masasına yatıran bir şair olarak kalpte ölmüş şeyler yerine bulunan kelimelere itibar etmemişti. Çünkü onun kalbinde ölen şeylere tekabül etmiyordu önerilen yeni kelimeler. Özleştirme çalışmalarının başladığı ve zirve noktasına ulaştığı dönemlerde Necip Fazıl orta yaşa yaklaşmıştı. Üstelik de yeni bir zihniyet dünyasına adım atmıştı. Yeni bir ulus inşa etme gayretini gördüğü için yeni zihniyet dünyasının da manevi zorlamasıyla millet olarak kalabilmenin çabasını göstermiştir. Osmanlı tedrisatından geçen Necip Fazıl, büyük bir özgüvene sahip olduğu için, meşruiyeti bir başka yerde, ya da makamda aramıyordu. Bu özgüvenle, yeni zihniyet dünyası içinde kendisine dayatılmaya çalışılan meşruluk kanallarına itibar etmiyordu. Sanırım Necip Fazıl’ın özleştirme gayretlerine direnmesinin en önemli sebeplerinden biri bu özgüvendi.
Adlandırılan adlandıranın tahakkümünü taşır denir. Adlandırmanın aynı zamanda bir sınırlandırma olduğunu da biliyoruz. En azından adlandırılan şeyin kendisine ad olarak verilen kelimenin anlamlarıyla sınırlandırıldığını görmezden gelemeyiz. Ayrıca bir metafizik gerçeklik olarak da şunu biliyoruz: İnsan söz konusu olduğunda ekseriyet olarak isminin tecellilerini, isminin taşıdığı anlamları insan kendi hayatında tezahür ettirir. Onun içindir ki Türkçemizde ismiyle müsemma diye bir deyimimiz bile var.
Bunu, yani adlandırmayı, isim vermeyi neden hatırladık şimdi! Son zamanlarda dikkatimizi çeken bir hal, bizi bunu hatırlamaya ve hatırlatmaya zorladı. Kültürel ve edebî iktidarın neredeyse cumhuriyetle yaşıt bir kurucu iradenin hedefleri doğrultusunda kendini kuran bir çevrenin elinde olduğunda şikâyet edilir. Üstelik bu şikâyet ben bildim bileli yapılır. Her defasında da bu şikâyeti dile getirenler kendi konumlarını meşrulaştırmak için, şikâyet ettikleri çevreye müracaat ederler. Kendilerinin milletin bir unsuru olduklarını dile getirenler, tutarlar kendilerinin ulusun bir unsuru olduğunu dile getirenlerin adlandırmalarına müracaat ederler. Bir türlü isim verme cesaretini gösteremezler. Edebî kamu ve kanonun merhum Necip Fazıl’ı görmezden gelişlerinin, hatta ona düşmanca saldırmalarının temelinde de üstadın bu cesareti yatmaktadır. Necip Fazıl, kimseden meşruiyet istememiş ve isim verme cesaretini gösterebilmiş şeyh –üş şuara idi çünkü.

Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi
Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi

Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi

Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlayacağız
Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlayacağız

Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlayacağız

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı
Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı