• $32,3726
  • 34,968
  • 2325.57
  • 9140.92
25 Ocak 2015 Pazar 02:00 | Son Güncelleme:

“Herkes kendi yurdunu tarif eder”miş

“Herkes kendi yurdunu tarif eder”miş

O kızın evinin çevresinin bile içimizi titrettiği günlerden acılar, keder ve hüzünler biriktiririz.

ALİ SALİ
sabiherden@gmail.com

Biriktirdiğimiz kederlerimiz, hüzünlerimiz gün gelir bizi bir “erkek” olarak başka bir eve taşır: Nişanlının evine. Çocuk ya da genç muamelesi gördüğümüz baba evinden, bir “erkek” olarak girdiğimiz nişanlının evi de ne yazık ki geçici bir mekândır. Evlilikle birlikte ortadan kalkan bir evdir çünkü. Mustafa Aydoğan, nişanlının evini tarif ederken “Nişanlının evine giren her delikanlı, ‘geleceğin evi’ne girmenin heyecan verici hazzını duyar. O evdeki  (…)  her eşyada nişanlısının sıcak dokunuşlarını hisseder” cümlelerini kullanıyor. Ve ardından şu cümleler de nişanlının evi için kelimelerle inşa ediliyor: “Nişanlının evi, onun ‘hükümran’ olduğu ikinci bir ev olarak gönlünü okşar. Bu ev ona, yeni ‘değerler, yeni ‘alanlar’ kazandıran ve yeni bir ‘hayat’ müjdeleyen varlığıyla, her zaman güç kaynağı olur. Baba evinde gördüğü sevginin, bu eve geldiğinde değişiverdiğini, değişik ve zengin bir çehreye büründüğünü fark eder.”

ARTIK YAZARIN EVİ

Bu ev de geçirilen kısa anlar ise hayatın geri kalanında sürekli aranan yeni heyecan, yeni hazlarla tanışmamızı temin eder: “Bu evde, nişanlıyla geçirdiğimiz birkaç dakikalık konuşmanın hazzını, evlilik hayatımız boyunca, belki de hiçbir zaman duyamayız. Nişanlılığın ‘geçici’ doğası, evliliğin ‘sürekli’ doğasına hiç benzemez. Nişanlılık bir ‘hâl’dir. Evlilik ise bir ‘olgu’. Nişanlının evi, evlilikle birlikte ortadan kalkar.”
Evlilikle birlikte elden yitip giden o kızın evi, nişanlının evinin yerini artık yazarın evi almıştır. Yazarın evinin ise “duvarları yalnızlıktan örülüdür”. Yazar orada “yasak bölge ilan ettiği odası”na çekilir ve oradan ne zaman çıkacağını kimse kestiremez. Aydoğan’a ifadesiyle “onun çocukları ‘yoktur’, eşi ‘yoktur’. Çünkü o, yalnızlığın kucağına sığınmazsa, nefessiz kalır.” Ve zaten “yazarın, evinde yaşadığı mutlu ya da mutsuz anların kaynağı, çoğunlukla yazıdan kaynaklanır” Mustafa Aydoğan’a göre.

YAŞAMAK…

Yazıdan kaynaklanan bu mutluluk ya da mutsuzluk yazarı “herkesin kendi yurdunu tarif” ettiği bir haleyle baş başa bırakır. Yazar şairdir çünkü ve geçtiğimiz aralık ayında Güneşin Ayak İzlerini Takip Et ismini taşıyan yeni bir şiir kitabı çıkarmıştır Edebiyat Ortamı yayınlarından. Herkesin kendi yurdunu tarif ettiği bir ortam, tam da şairin aradığı bir ortamdır. Yaşamak kaygısı ve sorunu üzerine düşünmektedir. Edebî üretimleri bu sorun etrafında kümelendiği için de iki bölümden oluşan uzun bir Yaşamak şiiri meydana getirmiştir. İki bölüm dediğimize bakmayın, şiirin birinci bölümü kendi içinde sekiz ayrı bölümden oluşmaktadır. Şair kırkını devirmiştir artık ve yaşamayı kurcalamaktadır. Fakat “Geç bir suyla temizlenir bildik geç ovduk ayrılığı” deme makamındadır. Onun için de “Her eziğin bıraktığı iz kendi acısı kadardır” diyerek farkında olduğu şeyleri ima eder.
İma etmenin ötesinde gömleğinin “Cebinde bir ayna unuttum mahsustan” mısraıyla artık işaret etmeye geçtiğine dikkat çeker. Sonra o aynanın neye hizmet ettiğini öğreniriz: “Hele kırkında bir adamsan / Her sabah yeni başla kalkan / Baktığın hiçbir aynada / Bulamazsın saçlarını”. Baktığın hiçbir aynada bulunamayan saçlar şu türden bir ortamdan getirmiştir şairi: “Geceleri başka görünür / Gündüzleri yemek pişiren güzel”. Gündüz farklı, gece farklı görmektedir güzeli, çünkü “Her şair kendi üslubunca aşk eder”. Kendi üslubunca aşk ettiği için şair, kendi geçmişine, kendi çocukluğuna da kendi üslubunca bakar: “Uzak bir mağarada buldular ölüsünü / Bendeki yetimin / Getirip yeniden gömdüler içime”.

VE YİNE YALNIZLIK

Getirip yeniden içine gömülen yetimlik, zaten yalnızlığı bir ibadet biçiminde kutsayan şairin yalnızlığını, yalnızlığın kederini görmesini de belirler: “Yalnızın kederi geçen şeylere benzer / Süratin rüzgârına dayanamaz incecik kolları”. Yalnızlığın oluşturduğu keder madem gelip geçen şeyler benzer, o zaman kutsanmasında da herhangi bir sakınca yoktur. Zaten şair olmak yalnız olmak, keder sahibi olmak anlamına da gelmez mi! Yalnızlığın ve yalnızın kederinin kökenleri hakkında bir bilgi sahibi olmasak da belki şudur diyebileceğimiz ipuçları da gelir şiirin devamında: “Ağlayamaz / Çoktan öldü anacığım / Babam da gitti bir namazda kalp sektesinden / Ölüm bu sakınmaz kendini göstermekten”. Ölümün kendini göstermekten sakınmadığı gerçeğiyle karşı karşıya kalınan bir algıda söylenmiş olmalı şu mısra da: “Yırtılırsa kimliğim yırtılırsa bir darağacında”. Kimliği yırtılan şairin kederi de farklı bir görünüm edinir: “Sevilmiş bir kadın kokusu kederim”. Kutsanan ve sevimlileştirilen keder, sahibine, yani şairine “(…) çok yara savuşturdum / İyileşti kemikteki diş izleri hicrandan” dedirtir. Kemikteki hicrandan oluşan diş izleri iyileşse de, elindekinden başka şeyi olmayan şairinden “Her heves yaşamaktan fazlasını ister”.
Zaten yaşamaktan fazlasını istediği için “(…) çaresizlik kılavuzdur yolsuza”. Çaresizliğin kılavuzluğuna rağmen yine de “herkes kendi yurdunu tarif” ettiği için yazmıştır Yaşamak şiirini Mustafa Aydoğan.

Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlamış olacağız
Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlamış olacağız

Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlamış olacağız

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı
Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı

Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı
Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı

Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı