• $32,3349
  • 35,1407
  • 2305.32
  • 9079.97
18 Kasım 2012 Pazar 11:29 | Son Güncelleme:

Başkanlık sistemi Türkiye için fırsat

Başkanlık sistemi Türkiye için fırsat

Bir dönem geleceğin başbakan adayları arasında gösterilen, ancak aktif siyasetten çekilen Erkan Mumcu'dan Başkanlık Sistemi'ne tam destek. Mumcu'ya göre Başkanlık sistemi Türkiye için bir fırsat, ülkenin bütünlüğünü korumak konusunda da bir şans daha verecek

Şenay YILDIZ
senay.yildiz@aksam.com.tr

Erkan Mumcu ANAP ve AK Parti'de bakanlık ve milletvekilliği yaptı. Bir dönem geleceğin başbakan adayları arasında gösterilen Mumcu 2008'de ANAP Genel Başkanlığı görevini bırakarak, aktif siyasetten çekildi. Kendisiyle Türkiye'nin bir dönemine damga vuran 367 krizini, Başkanlık sistemi tartışmalarını ve Türkiye'nin güncel siyasetini konuştuk.

Türkiye'nin geçmişiyle yüzleşmesi gerektiğini, ancak bu sürece şüpheyle baktığını ifade eden Mumcu, karşılıklı etki tepki sürecinin buna engel olduğuna dikkat çekti. Mumcu 'Siz şöyle yapmıştınız, buyrun aynısını biz yapıyoruz tavrı hiçbir şeyle yüzleşmemektir. Ben Türkiye'deki durumun şiddetli bir kutuplaşma ve gerginlik durumu olduğunu görüyorum. Bunun böyle olmasının da bizim dışımızda tasarlanmış ve istenilmiş bir durum olduğunu düşünüyorum' dedi ve sorularımızı şöyle yanıtladı:

BECEREMİYORUZ
- Kim tarafından tasarlanıyor?
Türkiye siyasetini yönetilebilir ve öngörülebilir bir siyasal alan olarak kalmasını isteyen uluslararası merkezler tarafından. Türkiye zaten Lozan ile beraber emperyal merkezin bir çevre, sınır ülkesi, bir ileri karakolu rolüne mahkum edilmişti. İkinci Dünya Savaşı'nın dehşeti Cumhuriyet'in bağımsızlık ideallerini de söndürdü. O günden beri de Kuzey Atlantik uygarlığının bir lejyon devleti olarak varlığımızı sürdürüyoruz. Çevre ülkelerin siyasetleri de tasarlanır.
- Hangi reformu gerçekleştirebilirse Türkiye uluslararası siyasette özne olmaya daha yakınlaşabilir?
BaŞkanlIk sistemi. Bir kere şunu tespit edelim: Başkanlık Sistemi'ne karşı yapılan itiraz ve eleştirilerin tamamı ve on kat fazlası halihazırda Türkiye'de var. Türkiye'nin kurulduğu günden bugüne kadarki siyasetine baktığımızda şu kavramlarla anlayabileceğimiz bir ülke: Bürokratik devlet, tek adam yönetimi, mili şef, denetimli popülizm, parti devleti ve cunta...
Oysa Türkiye Başkanlık Sistemi'ne geçerken etkili bir kuvvetler ayrılığı mekanizmasını da kurabilir. Dolayısıyla Başbakan'ın Türkiye gündemine yeniden getirdiği konu Türkiye için bir fırsattır. Türkiye'de olmayanı var edelim. Yani etkili bir kuvvetler ayrılığı sistemi kuralım, gerçekten bir siyasi partiler düzeni oluşturalım, Siyasi Partiler Yasasını değiştirelim, yasama ve yürütme arasındaki organik ilişkiyi koparalım, yargıyı bağımsızlaştıralım ve yürütmeyi de muktedirleştirelim. Türkiye koalisyonu beceremiyor bunu da itiraf edelim. Ve ne kadar koalisyon o kadar tahterevalli. Onun için Başbakan'ın bu önerisine ön yargısız, sağduyu ve samimiyetle bakmak lazım.

"bsknlksstmic.20121118232633.jpg"BÜTÜNLÜK İÇİN ŞANS
- Parlamenter Sistem'i düzeltmek yerine değiştirmek ihtiyacı niye var?
Türkiye'de Parlamenter Sistem sadece 61 Anayasası'nın yürürlükte olduğu dönem içerisinde biraz uygulandı. Onun dışındaki sistem, özelikle de 12 Eylül'ün kurduğu sistem bürokratik devlet gözetiminde seçimli siyasal sistemdir. Başka bir sorun daha var: Türkiye bölünme tehdidi karşısında bildiği bütün yöntemleri uyguladı ve başarılı olamadı. Şimdi Türkiye'nin bütünlüğünü korumak konusunda da Başkanlık Sistemi'ne geçişin -ama mutlaka etkin kuvvetler ayrılığı mekanizmasıyla- Türkiye'nin eline bir şans daha vereceğini düşünüyorum.

Kodlar FT'de
- Gül ve Erdoğan çekişmesinden bahsediyorsunuz?
AslInda bu gerilimin açıkça görülebileceği bir başka örnek 312'inci maddenin değiştirilmesi sürecindeki bazı olaylardır. Yakın tarih araştırmacılarını 312'inci maddenin değiştirilmesi sürecini daha dikkatli okumaya davet ediyorum. Bu gerilimi açıkça itiraf eden bir örnek var bugün. Cumhurbaşkanı'nın Financial Times'e verdiği röportajdaki kodlanmış ifade ve mesajlara bakın, bu söylediklerimin tam örneğini görürsünüz. Bence Abdullah Gül, AK Parti içindeki yerinin ve Batı için öneminin altını çiziyor, hem içeriye hem dışarıya. Ve uluslararası sistemin vizesine gereksinim duyacak bir iktidar için kendi önemini hatırlatıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça benzer ve bundan daha şiddetli çok örnek göreceğiz.

'Gül ve Erdoğan Köşk seçiminde kapışacak'
- Geçmişte verdiğiniz söyleşilerde üzerinizde askerlerin baskısı olmadığını söylediniz ama Cumhurbaşkanlığı seçiminin kaderini tayin edecek 367 oylamasında neden TBMM'ye gitmediğinizin tam anlaşıldığını sanmıyorum. Neden gitmediniz?
 Bütün siyasal hayatım boyunca 367 tezinin karşısında oldum. AK Parti'de yer almaya karar verdiğim gün başka konularda olduğu gibi cumhurbaşkanını halkın seçeceği bir anayasal dönüşümün gerçekleştirilmesi konusunda Gül ve Erdoğan'la mutabakat sağladım. Daha sonra AK Parti liderleri bu konuda görüş değiştirdi ama ben ve ANAP grubu değiştirmedik ve karşı çıktık. Bu süreçte iktidar 367'yi geçemeyeceğini gördüğü için bizim tezimizi kabul etti ve anayasa değişikliği gerçekleştirildi. Fakat bu işbirliği sanıyorum o liderlik içinde bazı görüş ayrılıklarını açığa çıkarttı ve bu nedenle de kapsamlı bir dezenformasyon kampanyası başladı.

PARTİ İÇİ MÜCADELE
- AK Parti kaynaklı bir dezenformasyon kampanyası mı yürütüldü diyorsunuz?
Bu dezenformasyon kampanyasına iktidara yandaş medya aracılık etti, diğerleri de ilgisiz kalmayı tercih ettiler. Ben bunun AK Parti liderliği içindeki iç çatışmanın su yüzüne çıkmasını önlemek amaçlı yürütüldüğünü düşünüyorum. Sanıyorum önümüzdeki dönem cumhurbaşkanı seçim sürecinde yaşayacaklarımız geçmişte olanları ve nedenlerini daha açık bir şekilde ortaya çıkaracaktır.
- Bunu biraz açmanız lazım...
Her iktidar bir takım ittifaklar üzerine kurulur. Bu bazen iki, bazen üç, bazen dört ayaktır. Hiçbir iktidar tek ayak üzerinde durmaz. AK Parti'nin seçmenle ilişkilerini ve iletişimini kuran kanadıyla uluslararası alandan vize almasını temin eden kanadı arasında kurulmuş bir denge vardı. Simge istiyorsanız Erdoğan ve Gül. Bu iki odak arasındaki denge o günkü cumhurbaşkanlığı seçimine kadar geldi. Ama bu dengeyi bozacak şey, kimin Cumhurbaşkanı adayı olacağı ve sonrası konusunda düğümlendi. O süreçte yaşanan mücadele AK Parti ve muarızları arasında değil; AK Parti'nin iç iktidar alanında yaşanan bir mücadeleydi.

İKİNCİ TURU İSTEMEDİLER
- Neden böyle düşünüyorsunuz?
Çünkü kronolojiyi herkes gözden kaçırıyor. Şu sorular yanıtsızdır. Bunların yanıtı ben de veremem ama belki gerçeğin anlaşılmasına yardımcı olur: Erdoğan'ın gönlündeki cumhurbaşkanı adayı gerçekten Gül müydü? Eğer değil idiyse hangi mekanizma onun adaylığını ilan etmeye kendisini razı etmiştir? Biz asıl çözümün anayasa değişikliğiyle seçimi halka yaptırma olduğuna inandığımız için oylamaya katılmadık. Ancak 27 Nisan bir asker müdahalesi olarak ortaya çıktıktan sonra ANAP olarak genel kurula katılıp, seçimin tamamlamasına katkıda bulunma kararı almıştık. Fakat bu tavrımızı ortaya koymamıza fırsat kalmadan AK Parti yönetimi iki yıldan uzun zamandır ısrar ettiğimiz anayasa değişikliği talebimizi -bizimle müzakereye bile gerek duymadan- kabul ettiğini ilan etti, neden? Yani bir acelesi vardı. Çünkü ikinci tur oylamanın yapılmamasını sağlayacak mekanizma ANAP'ın teklifini kabul etmekten geçiyordu.
- Bundan ne çıkarları olabilir?
Cumhurbaşkanlığı meselesi seçim sonrasına kaldı. İktidar henüz cumhurbaşkanının nasıl seçileceği konusundaki tavrını ilan etmemişken MHP Meclis'te yapılacak seçimlere katılacağını alelacele ilan edince, seçim öncesi liderliğin bir kanadının ortaya koyduğu aksiyonun reaksiyonu gelmiş oldu ve seçildi. Aslında bütün bunları TBMM Darbe Araştırma Komisyonu'nun üyelerine ayrıntıları ve belgeleriyle sunmak istiyorum.

Darbe Komisyonu beni dinlemeliydi
- Darbe Araştırma Komisyonu sizi dinlemek için davet gönderdi mi?
Dış kapının mandalı sayılabilecek insanları bile çağırıp dinlediler ama beni çağırmadılar. Özellikle hakkımda komisyon tutanaklarına geçen ifadelerden duyduğum rahatsızlık dolayısıyla komisyon başkan vekilini telefonla arayarak sordum. İstersem yazıyla kendilerine bilgi verebileceğimi söylediler. Sorularını göndermelerini isteyince, bana soru yöneltmeyeceklerini, kendim yazılı şekilde bilgi ulaştırmak istersem bunu komisyonun uygun göreceği şekilde değerlendireceğini söylediler. Tutanaklara geçip geçmeyeceğini sorunca ise 'Komisyonun bilgisine doğrudan başvurmadığı bir insanın yazılı beyanının tutanaklara geçirilmesi konusunda güvence veremeyeceklerini' ifade ettiler. Yani 'İşimize gelirse kayda geçiririz, gelmezse geçirmeyiz' anlamına gelen bir yanıt aldım. Ben yaratılan dezenformasyon sayesinde oluşturulan sis bulutunu dağıtacak sözler söyleyebilirdim ve bu istenmedi.
- Bu imkan verilse ne söyleyecek idiyseniz, burada söyleyin...
Meclis tutanaklarına söylemekle gazete sütunlarına yazdırmak aynı şey değil. Gündemde olmak hiç istemeyeceğim bir şey ama benim de anam, babam, işim, çocuklarım ve beni seven insanlar var. Hepsi bir tarafa hakikatin hatırı her şeyin üstündedir ve hakikatin bir yerde kayıtlı olmasını istemiştim. Yoksa orada bomba bile patlatsam algılamayı değiştiremeyeceğimi biliyorum.

Yarın:
- Kürt sorununa nasıl bakıyor?
- Hiç cemaatlere katıldı mı?
- CHP, AK Parti'nin sigortası mı?

Vatandaş, 'Bize neyin sözünü verebilirsiniz?' diye sordu... İstanbul'a yeni metro müjdesi!
Vatandaş, 'Bize neyin sözünü verebilirsiniz?' diye sordu... İstanbul'a yeni metro müjdesi!

Vatandaş, 'Bize neyin sözünü verebilirsiniz?' diye sordu... İstanbul'a yeni metro müjdesi!

Deprem uzmanlarından korkutan İstanbul uyarısı! Riskli ilçeleri açıkladılar
Deprem uzmanlarından korkutan İstanbul uyarısı! Riskli ilçeleri açıkladılar

Deprem uzmanlarından korkutan İstanbul uyarısı! Riskli ilçeleri açıkladılar

Çin, 'Türkiye rekor kırdı' diyerek duyurdu! 'NATO ülkelerinden Ortadoğu'ya kadar...'
Çin, 'Türkiye rekor kırdı' diyerek duyurdu! 'NATO ülkelerinden Ortadoğu'ya kadar...'

Çin, 'Türkiye rekor kırdı' diyerek duyurdu! 'NATO ülkelerinden Ortadoğu'ya kadar...'